Emanet Dille Konuşma(Ma)K
İbn Haldun üstadımızın "yenilen milletler yenenleri taklit ederler" sözü, evrensel bir sosyolojik kural olarak işliyor desek yeridir. Rönesans, Reform, Aydınlanma derken Batı'da ortaya çıkan modernizmin külli ve kapsayıcı bir düşünce ve yaşam tarzı olarak tüm dünyaya yayılışı ile bu süreçten neredeyse etkilenmeyen dünya ülkesi kalmadı. Yaklaşık son iki üç yüzyıllık zaman diliminde, yön ve ayarlar Batı'dan yana bir düzenleme içerisine girdi. Dolayısıyla zihin, dil, dünya ve hedeflerde ciddi bir kırılma yaşandı ve hala da yaşanmaya devam ediyor.
Bir ülkenin diğeri ya da bir medeniyet öteki medeniyet ile karşılaşması doğal ve hatta kaçınılmaz bir durumdur. İnsan, fert olarak bile kendisi dışındakilere bigane kalmaz. Sahip oldukları ve olamadıkları, kendi durumu ile ilgili karşılaştırmalar yapar. Ülke ve medeniyetlerin karşılaşmaları da aslında böyle bir şeydir. Hatta bu karşılaşmaların ülke ve medeniyetler için olabildiğince verimli olacağını söyleyebiliriz; yalnız bu karşılaşmalar sonucunda kendisi ve diğeri ile ilgili durumu doğru okumak koşuluyla. Şayet doğru okunmazsa, genelde bu karşılaşmalar öncelikle şekil ve taklit üzerine odaklanırlar ki, çoğu zaman içeriğe dair sağlıklı bir okuma gözden kaçırılır.
Osmanlı'nın son dönemlerinde, Batı ile karşılaşma meydana gelince, önceleri bazı teknoloji aktarımı ve tedbirlerle meselenin çözüleceği düşünülmüştü. Fakat gittikçe sosyal dokuda derinlere giden reformlara doğru yol alındı. Bu süreçte, Batı'ya ait dil, onların soru(n) ve çözümleriyle birlikte bize intikal etti. Bizim emanet dil şeklindeki kavramsallaştırmamız, hala sorunlarımızın ve buna yönelik çözüm arayışlarımızın bir türlü yerlileşememesidir. Bunun doğal bir sonucu olarak, bazan sorunlarımızın ne olduğunu Batı'ya bakarak öğrendik ya da Batı'dan sorun ithal ettik. Bazan oradaki bazı uygulamaların ithal edilmesi bizde sorunlar oluşturdu.
Özellikle sosyal alanlar söz konusu olduğunda, sorunları halletme biçiminin kültürle olan yakın bağlantısı gözardı edilemez. Ancak maalesef bizde çoğu zaman, tarihsel tecrübe bu sorunları halletmek için bir referans gücü oluşturmakta hala zorlanıyor. Hasılı akl-ı selim ile sorunlarımız ve bu sorunlara getireceğimiz çözümlerin daha yerli bir kafayla düşünülmesi elzemdir. Hiç şüphesiz sorunlara çözüm aranırken, aktüel dünyanın yönelimleri, önerileri gözardı edilmemeli; ancak birebir çözüm ithal etmek gibi traji-komik duruma da düşülmemelidir.
Emanet dilin, bizi bir takım sorunlarla karşı karşıya getirmesi ve daha da önemlisi, yalanan krizleri derinleştirmesi kısmi olarak tarihsel tecrübemize tekrar yüzlerin döndürülmesi gibi bir cehdi ve talebi ortaya çıkarmaya başlamıştır. Bu henüz oldukça başlangıç aşamalarında bulunmakla birlikte, gelecekte ivmesinin artabileceği yolunda sinyaller vermektedir. Ulus-devlet ve küreselleşme arasındaki gerilimler, kültür ve dinlerin biraradalığı deyince, mesela postmodernlik tuzağı ve krizine düşmeden tarihsel tecrübenin bir açılımını ortaya koyabilmek şimdi pratikler üzerinden daha çok mümkündür ve aslına bakılırsa sosyal bilimlerde üretimin tam zamanıdır.
"Emanet" insanın üzerinde eğreti durur. "Emanet gibi duruyor" deyişi bizde bu eğretiliği ifade etmek için kullanılmaktadır. Emanet dil ve kavramlar da, tıpkı emanet giyecekler gibi bir yerlerinden patlak verecek, kekremsilik yaratacak, duruşu bozuk olacaktır. Biz bu patlak vermeleri yeterince yaşadık. Artık kendi elbiselerimizi giymenin vakti geldi.