Dolar (USD)
32.66
Euro (EUR)
35.41
Gram Altın
2511.33
BIST 100
10851.78
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

04 Temmuz 2024

​Eleştirmek nereye kadar?

İnsan, inanmaya meyilli bir varlıktır. Kendinden daha üstün bir gücün varlığına inanarak ona sığınmak ister. Ne kadar güçlü görünürse görünsün kendinden daha güçlü bir varlığın gölgesini arar. Fıtrat üzere olan insanın hakikatidir bu durum. İlkin aklına uygun olmasını sonra da aklının kabul ettiğini kalbiyle onaylamak ister.

Her insanın inandığı varlık aynı zamanda kendi hakikatidir. Bir işin en doğrusu olarak tanımlanan hakikat, kişinin de en doğru duygu durumudur. En sarih haliyle bir kişinin hakikatinin o kişi için en doğru duygu durumu olması beklenir. Şartsız kabulü gerektirir. Çünkü kişi için en doğrusu aksini bulamamışsa odur. Ancak bugün bireylerin inandığı değerlere baktığımız ve hakikate baktığımızda bu durumun eyleme geçirilmiş olması bir yana dilde söylemi dahi kalmamış bir hal almıştır.

İnsan, hakikatini savunmaya başladığı gün kaybetmeye mahkûm oldu. Hakikatin ispata ihtiyacı yoktur. Sokrates savunmasında “İyice bilin ki bir değil bin kez ölmem gerekse de doğru bildiğimi yapmaktan vazgeçmeyeceğim.” der. Anlatılan bir hikaye de şöyledir: Sokrates’i idam etmek üzerelerken hanımı, itiraz etmesi gerektiği ve kendini savunarak haksız yere idam edildiğini söylemesini ister. Sokrates ise gayet serinkanlılıkla “Hanım haklı yere idam etselerdi daha mı iyi olurdu” diye cevap verir. Bugün hangimiz bu duruşu gösterebiliriz? Herkes kendi kendine soradursun. Birimiz haksız yere bir saldırıya uğradığımız zaman misliyle cevap vermekten geri durmuyoruz. Birey olarak insan yaptığı eylemin, dile getirdiği söylemin hakikatine inanıyorsa o birey her daim özgürdür. Zihnini yahut kalbini kimseye ipotek ettirmemiş ve kendi ruhunun tarlasından istifade etmeye devam ediyor demektir. Güneşle inatlaşan göz nasıl kör olursa hakikat ile savaşmaya başlayan da yok olmaya mecburdur. Bu bilinçte olanlar zahirde kaybetmiş gibi görünse de batında kazanmaları mümkündür.

Bugün maalesef inandıkları ile yaşadıkları arasında uçurum olanların çağına şahit oluyoruz. Her yanımız kanyon oldu. Dik açıyla ayrı düştük birbirimizden. Çoğu zaman da kendimizden uzağa düştük. Tünelin ucundaki ışığa bel bağlarken hiçbir viyadük bir olabilmemize vesile olamadı. Şimdilerde bu kanyonlara bakarak nasıl bu hale geldiğimize hayret ediyoruz. Surda mukaddes bir gedik açacağımız yerde kalbimizdeki siyah noktayı büyüttük. Mangalda kül bırakmadığımız bir zamanda eylem ve söylem birlikteliğinden kaçar adım uzaklaştık. Ruhumuzun bedenimizden fersah fersah uzağa düştüğünü fark edemez olduk.

İlk emri “Oku!” ve son inen ayetlerden biri olan “Bugün sizin için dininizi kemale erdirdim” (Maide Suresi, 3. Ayet) buyruğu olan dinin mensupları olarak okumaktan o kadar uzaklaştık ki, kemalin yolunu artık bulamıyoruz. İstikamet üzere yürüyeceğimiz yerde yoldaki saplantılara saplanıp kaldık.

Dünyanın makyajı değişince güzelleşeceğine inandırıldığımız için sürekli cilalı taş devrini yaşıyoruz. Bir türlü kalbin ve zihnin yontulması gerektiğini konuşmuyoruz. Kendi hayatımızı yönetmemiz gerektiğini unuttuk. Bizi diğer canlılardan üstün tutan irademizi başkalarına ipotek ettirdiğimizden beridir hayat filmimizin yönetmeni olmak bir yana başrol oyuncusu olarak dahi görmüyoruz kendimizi. Böyle olunca da kanun e yönetmeliklerde medet arar olduk ve kendimize toz kondurmak yerine iğneyi de çuvaldızı da başkalarına batırarak yok ettiğimiz çözümü sözüm onan eleştiri maskesiyle diriltmeyi düşlüyoruz. Lakin kimse eleştiriye kendinden başlamak istemiyor.

Bugün elimize aldığımız en güçlü silah olan eleştiri ile insanların zihnini tarayıp onları kalbinden vurunca sorunun doğru cevabını bulmuş oluyor muyuz? Eleştirdiğimiz sorun bizde var mı yok mu bakmaya ne diye gerek duymuyoruz. Tekno-kapitalist bu çağda hatayı sürekli dışarıda arayarak kendimizi ne de güzel aklıyoruz! Başkasına şahin kesilirken kendimize karşı dut yemiş bülbül olunca çok mu şirin görünmüş olacağız?

Ortada herkesin bir ucundan şikâyet ettiği ortak sorunlar gezinip dururken kendimizi eleştirmekten başlarsak yola koyulmaya o zaman çözüm adına ilk adımı atmış olacağız. Herkesin birbirini eleştirdiği yerde hakikatin varlığı zamanın sorunsallığında yitip gidecektir. Sonrası kâbuslar, depresyonlar, prozaclar, cipralexler…

Bu açmazlar kurtulmak adına inandığımız hakikati savunmaktan beri durarak o hakikati ruhumuzda diri kılmaya gayret göstermek elzemdir. Hakikatin gücü insana şah damarından daha yakın ve bütün ruhunu kaplayacak kadar geniştir. Eski papazların düştüğü cennetten arsa satmanın yerini insanları cennetten çıkarmaya çalışanların türediği şu zamanlar herkesin evvela içine dönmesi gerekir. İsmet Özel’in “Eve dön, şarkıya dön, kalbine döne!” hepinizi selamlıyorum.

Selam, dua ve muhabbetle…