Dolar (USD)
35.21
Euro (EUR)
36.86
Gram Altın
2978.13
BIST 100
0
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

ELEŞTİRİRKEN AKLINDAKİ NE?

Son dönemlerde, kimliklerde ciddi parçalanmalar ve yarılmalar oluşmaya başladı. Bunun birinci göstergesi, eklektik kimliklerin kendisini ifade etmeye başlaması ise, bir diğeri de özellikle Batılı kavramları merkeze alarak İslam'ı onun içinde yeniden okuma ve değerlendirme. Gerçi ikincisi, bizim batılılaşma ve/veya modernleşme serüvenimiz içerisinde sürekli izlediğimiz bir fenomen.

Müslümanların geçmişten bu yana yukarıdan aşağıya batılılaştırma politikaları karşısında, çoğu zaman reaksiyoner de olsa bir dirençlerinden bahsedebilirdik. Ancak şu anda özellikle son on yıldır AK Parti iktidarının da olabildiğince hızlandırmasıyla bu dirençler, önce müslümanların zihinlerinde sonra da gündelik yaşam pratiklerinde kırılmaya başlamışlardır. Bunun en önemli sonucu, daha önce direnç gösterilen batı merkezli kavramların, artık "normalleşme" olarak görülmesi; düşünce dünyamızın ve pratiklerimizin bu perspektiften yeniden inşa edilmeye çalışılması; müslüman deneyimlerinin de daha önce eleştirilen gündelik hayat pratiklerini tersinden yeniden üretmesi.

Özellikle İslam ile ilgili algı, yorum, düşünce ve pratiklerimize gelecek dönemlerde daha da fazla içeriden ve dışarıdan eleştiri ve kritikler olmaya devam edecektir. Bu eleştiri ve kritikleri de olması gereken ve normal bir durum olarak karşılıyorum. Fakat öncelikle bu eleştiri ve kritiklerin, müslümanların yönetimdeki bazı deneyimleri üzerinden ortaya çıktığını görmemiz lazımdır. Bunun bugün yaşanan dünyada en önemli aktüel iki örneğinden birisi İran'dır.

İran, 1979 devriminin ardından, İslam dünyasında olumlu ve olumsuz bir çok izler bıraktı; ama her halükarda Ortadoğu ve dışı coğrafyada ciddiye alındığı kesin. Sadece Şii dünyanın marjinal bir tecrübesi olarak algılanmadığı gibi, modernleşmenin dine dair öngörülerinin geçersizleştiği bir deneyim olarak da ortaya çıktı. Fakat aradan geçen yaklaşık 35 seneden sonra, İran'daki yönetimin uygulamaları bir çok tartışmalarla gündeme geldi. Bunların başında da, İran'daki yönetimin artık kendinden menkul bir İslam anlayışını, yukarıdan aşağıya dayatan bir pozisyonla kendisini göstermesidir. Bu açıdan yönetim ile halk arasında belli mesafelerin açıldığı durumlar, entelektüeller ve halk tarafından da eleştirilerin konusu olarak ortaya çıktı.

İşte bu eleştirilerden birisi de Muhammed Şebusteri'nin Türkçe'ye de kazandırılan "Resmi Dini Söylemin Eleştirisi" ile "İman ve Özgürlük" kitaplarıdır. Bu kitapların içeriği, İran'daki yönetimin din ve dünya anlayışına temel itirazın dile getirilmesi; yeni bir epistemolojik öncül ve kelam anlayışının tartışılmasından oluşuyor. Bu kitabın bende oluşturduğu birinci çıktı; yazarın aslında tüm bu entelektüel gayretlerinin ardında, İran rejiminin uygulamalarına karşı duruşu entelektüel olarak gerekçelendirme. Fakat bu karşı duruş, yazarı batılı insan hakları söylemi ve kalınma anlayışını onaylamaya götürmüş.

Şebusteri'nin özellikle birinci kitabında üzerinde durduğu iki temel konu vardır. Birincisi, dini çoğulculuğun sağlanabileceği epistemolojik bir temel inşa etme. Bu gayretlerini, yeni kelam oluşturma ve kelamın yeni meslelerini tartışmaya kadar vardırır. Bu düşüncesinin ardında da, İran yönetiminin çeşitlilikleri gözardı ederek sadece iktidardakilerin dini anlayışlarını aşağıya benimsetme tavrına bir itiraz vardır. Bu durum haklı bir itirazı ifade etmektedir.

Şebusteri, kitaplarında İslam dünyasının epistemolojik öncüllerini Batılı insan hakları temelinde yeniden yapılandırması gereğinde ısrar eder. Ona göre İslam dünyasında çoğulculuk da bu şekilde sağlanabilir. Şebusteri'de öne çıkan ikinci kavram da kalkınmadır. O, kalkınmayı özellikle İslam dünyasının içinde bulunduğu durum açısından merkezi bir konumda görmektedir.

Şebusteri'nin yaklaşımlarını bir başka yazıda derinlemesine devam ettirelim. Ancak ben Şebusteri örneğinden yola çıkarak şu sonucu dile getirmek istiyorum: İranlı bazı gençler kendilerini ateist olarak tanımlıyorlar. Kendilerine "artık Allah'a ve Kur'an'a inanmıyor musunuz?" diye sorulduğunda, "hayır onlara inanıyoruz" diye cevap veriyorlar. Anlıyoruz ki, İranlı gençlerin temel itirazları İran yönetiminedir. Fakat zihin dünyalarında yönetim ile dini özdeşleştirerek, eleştirilerini dine itiraz biçimine dönüştürüyorlar. Bu açıdan gelecekte teorik ve pratik düzeylerde müslümanların İslam'a dair deneyimleri ve öne sürdükleri, İslam'ın hayatiyeti noktasında çok kritik önemde olacaktır. Mesela, gelir paylaşımının adaletsiz olması, müslüman örnekliklerinin gündelik hayattaki başarısızlığı, İslam'ın kitleler için bir ümit ya da ümitsizlik durumunu besleyecektir.

O kadar tartışmalardan sonra, gelip de dayanılan yer; Batılı insan hakları ve kalkınma söylemi olmamalı. Çünkü bugün Batı'nın iflas ettiği nokta orası. Yani yeni durumda yoğun entelektüel tartışmalar cddiyetle yapılmalı.