ELEŞTİRİ VE SORGULAMANIN ELÇİSİ: UMBERTO ECO
Yazdığı kitaplarla edebiyat, tarih, din antropoloji ve kültür alanlarında düşüncelerimizin ve kabullerimizin basitliğine meydan okuyan düşünür Umberto Eco'yu (1932-2016) kaybettik. Gülün Adı romanıyla insanlığa mal olan Eco, hep karşımıza yeni fikirlerle ve meydan okuyucu sorularla çıkmaya çalıştı. Umberto Eco, hayatı boyunca hep var olan fikirleri ve inançları sorgulayan ve onların ötesine geçme mücadelesi veren büyük bir düşünürdü.
Eco, yayın dünyasının insanların düşüncesini iğfal etmesine hep karşı çıkıyordu. Yayıncıların ve gazetecilerin insanların seks, cinayet ve komplo gibi basit şeylere ilgi duyduğundan hareketle topluma basit ve sıradan şeyleri kışkırtıcı şekilde yazan yayınları basmalarına, Eco şiddetle itiraz ediyordu. Eco'ya göre insanlar, basit ve banal olanı tüketmekten bıkmış, meydan okuyucu düşünceler ve fikirlerin açlığını çekmektedirler. Meydan okuyucu fikirler, düşünceler, tezler ve eserler, insanlığın bugün en çok ihtiyaç duyduğu şeylerdir. İnsanlar, günlük hayatın sıradan putlarının kölesi değil, onları o putlardan özgürleştirecek düşünceleri istemektedirler.
Bir filozof olarak Eco, hep hakikati aramanın ve anlamanın peşindeydi. Hakikati aramakla geçen seksen dört yılın sonunda Eco, hakikatin ne olduğu konusunda kesin bir inanca sahip değildi. Ancak hakikati bulmak için, sahte olanın sürekli olarak analiz edilmesi gerektiğini keşfetmişti. Yanlış bir metnin dikkatli bir şekilde yeniden inşa edilmesiyle hakikate varmaya çalışmanın fena bir yol olmadığını Eco, bize söylemektedir İnsanların hakikate sahip olma adına kesin inançlı sapkınlar olduğu bir dönemde, sahte olanın sürekli analiz edilmesi ve sorgulanması yoluyla sahteliğe meydan okumanın peşinde olmak büyük bir bilgeliktir.
Ünlü romanı Gülün Adı'nda Eco, hiçbir kitabı tapınma objesi haline getirmememizi, tek bir kitaba taparak hakikat arayışımızı dondurmamızı bize şu şekilde söylemektedir: "Kitaplar inanmak için değil, araştırmak ve sorgulamak için vardırlar. Bir kitabı ele aldığımızda onun ne söylediğini değil, ne anlama gediğini sorgulamalıyız." Bütün kitapların ve çalışmaların hakikate ulaşma için birer araştırma ve sorgulama aracı olduğunun farkında olmak önemli bir zihinsel olgunluk düzeyidir.
Eco eserlerinde yaşama sevincini ve coşkusunu derin bir şekilde işlemektedir. Ona göre, dünyadaki en doğal olgu olan ölümden korkmamızı ve sahip olduğumuz en büyük nimet olan hayattan nefret etmemizi sağlayan her şey, insanlığımızı, ahlakımızı ve hayatımızı yozlaştırmaktadır ve çürütmektedir.
Eco'ya göre bilgi, insana keyif, haz ve mutluluk vermelidir. Bilginin keyif veren bir güzellik olmasının nedeni, bir metnin niçin ve nasıl birçok iyi açıklamaya imkan vermesinden kaynaklanmaktadır. Okuyucu, metne abartılı anlamlar vererek kendisini metnin kölesi haline getirmemelidir. Gerçek okuyucu, kendisini metinden özgürleştirerek onu yeniden yazan kişidir. Kişi, okuduğu metne saygı duyulacak bir şeyler bulma kabulüyle gizemler ve şifreler bulmanın peşinde olmamalıdır. Eco, gerçek okuyucunun tanımını şu şekilde yapmaktadır: "Gerçek Okur, metnin sırrının metnin boş olduğu gerçeğini anlayan kişidir." Dolu olan metin değil, okurdur, yani insandır. İnsan, metnin boş oluşunun, ama kendi doluluğunun farkında olmalıdır. Gerçek öğrenme, kitaplarda ve fikirlerde değildir. Gerçek öğrenme, kitapların ve fikirlerin arkasındaki özgün bireysel arka planın farkına varmaktır.
Eco, eserlerinde bizi evrenin ve insanın birlik içindeki çoğulculuğunu, çoğulculuk içindeki birliğini keşfe davet etmektedir. Ona göre milliyetçilik, insanın ve evrenin keşfinin önünde engel olan bir sapkınlıktır. Eco, nasyonalizmin adi ve ahlaksız insanların son sığınağı olduğunu, ahlaki değerlerden arınmış olarak nasyonalizm bayrağına sarındıklarını ve insanlıklarını yitiren bu adi kişilerin hep ırkın saflığından bahsettiklerini söylemektedir. Milliyetçiliğin kendisine benzemeyenden nefret etme üzerine bir kimlik yarattığına Eco, dikkatlerimizi çekmektedir.
Kendisine benzemeyenden nefret etmek şeklinde ulusal kimlik adı altında bir felaket oluşturan, nefreti kimlik haline getiren ırkçılık canavarının romanını yazan Harper Lee, Umberto Eco'nun öldüğü günlerde hayatını kaybetti. Harper Lee, Bülbülü Öldürmek romanıyla ırkçılık faciasının hikayesini anlatmaktadır. Bir çocuğun perspektifinden Amerika tarihinin karanlık tarafı olan ırkçılıkla yüzleşmenin ve hesaplaşmanın hikayesi olan Bülbülü Öldürmek romanı, Gülün Adı'yla beraber okunmayı hak etmektedir. Irkçılığın, nasyonalizmin, dogmatizmin ve fanatizmin kişisel tecrübemiz olması halinde hayatı yozlaştıran hikayeler oluşturduklarını bu iki eserden okuyabiliriz.
İnsanlığımız ve dünyamız, bugün büyük bir tehdit altındadır. Düşünmekten ve sorgulamaktan vazgeçmiş, önüne düşünce adına konulan her şeyi kabul eden, medya ve internete teslim olmuş, şov ve kendini görünür kılmak için yarışan yüzeysel ve sahte bir varlık haline gelme kriziyle yüz yüze bulunmaktayız. Bu sahtelikler dünyasında insan hakları, barış ve özgürlük başta olmak üzere bütün insani ve ahlaki değerlerimizin içi boşaltılmaktadır. Bu kriz durumunda ihtiyaç duyduğumuz şey, Umberto Eco'nun ifadesiyle bizi hipnoza değil, bizi eleştirel düşünceye, sorgulamaya ve aklın aktif kullanımına çağıran bir davete icabet etmektir. Bu davete icap etmenin bir gereği olarak bugünlerde Eco ve Lee okumaya başlayabiliriz.