Eleştiri konforu
Değişim hayatın ve hareketin kendi tabiatı. Zaman nehrinin bilinen beklenen cilvesi. Aynı kalmak ve değişimin dönüşümünü yaparken merkezimize aldığımız sabiteler ise doğru değişimin güvencesi…
“Sınanmadığın acı” filan demeyeceğim. Sadece
eleştiri ağzının donmuş bir konfora dayandığını, işi gücü eleştirmek olanların
hiç eleştiri kabul etmeme ve değişmemenin mağarasında yaşadıklarını
söyleyeceğim.
En başta “Nefs Muhasebesi”/Öz
sorgulama ve öz denetimi önemseyen ve Sorgulama Günü’ne inanan hiçbir insan,
her sessizliğinde içinde kendisinin de olduğu, bütüncül eleştiriyi ihmal etmez.
Vicdanı, kendine hitap eden iç sesi ölmemiş her insan da…
Eleştiri dediğimiz şey; en başta kendimizden
başlar, yine en çok kendimizde kalır ve özellikle başkasına yöneldiğinde
kendisine özgü bir ahlaka, insafa sahip olarak gerçekleşir.
Kimileri kendileri “yan gel” tarzı
kaykıldıkları halde, daima sahneye diktikleri anlık değişim mucizeleri bekleyen
alık bir bakıştan sonra, o bilindik eleştiri ağızlarında sakladıkları balta
dilleriyle saldırıya başlıyorlar.
Şunu da unutmamak lazım. Daima
konuşanlar büyük ihtimalle hiçbir şey yapmayanlardır. İşi konuşmak olanların
dışında… Ayrıca konuşmanın bir iş olarak kabulünü oluşturan şartları ve bunun
hangi yıllara tekabül ettiğini daha sonra tartışırız.
Bir kere daimî yergiye alışık bir dil, kulağı tıkayan bir dildir. Eleştiri
ahlakında yıkıcı dil, en başta kendisini yıkar. Hiç eleştirilmesin
demediğimiz çok açık. Fakat hakikatsiz ve üslupsuz olmasın isteriz.
Kendi kurulu düzenciğinde yan gelip
yatmış insanlar, değişim sözlerinin zorlu bir sürece tabii olduğu gerçeğini
göremiyor ve söz kürsüde söylenir söylenmez her şeyin hemen bir oldu bitti ile
değişivermesini, adeta bir mucizeyi bekliyorlar ve olmadığını görünce
eleştirmeye, yaralamaya başlıyorlar.
Bir değişimin en alt yapısının
insanların kafalarından ve kalplerinden geçmesi gerektiğini öğrenerek büyüdük.
Bir toplum, bir insan kendisini değiştirmek istemediği sürece mucize değişim,
dönüşüm ve tekâmül beklemesin diyen bir Kitab’ın gölgesinde yetiştik.
Tövbe
olgusu her insanın hayatında mevcut durumdan bizzat şikayetçi olmak, dönüp
kendisine “Böyle gitmez! Gitmemeli!” diye rest çekebilmek, kısa bir pişmanlık
ve yağmurdan sonra başka bir tercihe, bahara uyanmak, başka türlü çiçek açmak
ve meyvelenmek olaylarının zincirinde gerçekleşebilir diye biliriz. Yani hiçbir
değişim kolay değil.
Kişinin veya toplumun, bir ülkenin
tövbesi/ mevcut olumsuz ahvalini kötüden iyiye, iyiden daha iyiye değiştirmesi
hiç kolay değil.
Hele bu değişime bizzat katkı
sağlamayı unutmuş, hep karşıdan bekleyen, hep hükümetten, devletten bekleyen eleştiri
sakızını toplum içinde çirkin sesler ve görüntülerle çiğneyen bir kısım-kesim
halkı da varsa… Hiç kolay değil.
Hatta kendi esas işini, gücünü,
üretimini, vatanına, toprağına özgün katkısını bırakıp koşa koşa siyasi
atışmalar, uzaktan asılsız, hedefini şaşırmış tenkitler, muhalifliği
beceremeyen ağızlardan toplama kulak artıkları ile yetinen bir entelektüeli,
aydını varsa da… Hiç kolay değil.
Ülkesini duman altı olmuş siyasi
dedikodu kaavesine (kahvehane) çevirmiş bir takım medyası varsa da kolay değil.
Kısım-kesim ve takım kelimeleri
burada anahtar değil belki fakat anahtarlık keyfiyetinde tabi…
Kendilerinin bizzat katkısının ne
olacağını düşünüp yapmak yerine, sürekli karşıt bellediklerini eleştiren, belki
özel hayatlarında bu gibi hassasiyetlere de dikkat etmeyenlere yattıkları
yerden hiçbir şeyin kolay değişmeyeceğini hatırlatmak gerekir.
Değişim; kanepeye uzandıklarında,
koltuğa gömüldüklerinde verilmiş bir televizyon kumandası idaresine benzer bir
şekilde olacak şey değildir. Bir kanalı bile kolay değiştirmiyoruz. Önce
kalmamız gerekiyor mu diye anlamaya çalışıyoruz. Hele ki topyekûn bir ciddiyet
isteyen, adalete, merhamete doğru değişim öyle kolayca olacak bir şey değildir.
Zamanın değişmesi, sadece takvim
yaprağının yırtılması ile değil, o anlayışın kafalara, kalplere işlediği düşünce
zerreleri, üstüne kurulmuş alışkanlıklardan oluşan kültür, gelenekler, yaşam
pratikleri, senin benim bile vazgeçemeyeceğimiz menfaat”cik”lerin yanı sıra,
bundan kendine derebeylik kurmuş büyük menfaat odakları ile fikri ve hukuki ve
belki farklı, istenmeyen çatışmaların olması ile gerçekleşebilir. Kendisi ile
hiç çatışmamış, kendi nefsiyle yenişmeyi bir yaşam zevki bilmemiş, yetişmemiş,
ergenlikte ısrar eden bir insan topluluğuyla değil…
Değişimin tabii yasalarını
düşünmelerini öneriyorum bu insanlara. Aynı zamanda o balta dillerini, birazda
kendilerine, nefislerine ve kendi hususi hayatlarındaki öz değişimlere
vurmalarını...