Elbette iyiliğin bekçisiyiz...
Unutulan, çokça ihmal edilen bazı kural ve gerçekler bugünlerde bolca hatırlanır oldu. El yüz ve beden temizliği bunlardan. Hastalıklardan korunmada ilk sıralarda yer alıyor. Hayatın içindeyiz elbette kirleneceğiz. Beden kirini gidermek zaman almıyor, ruhta ve kalpte de iz bırakmıyor. Yıkarsan geçer. Ancak incinirsen, kırılırsan ve kırarsan kolay kolay geçmiyor. Kalbin ve ruhun iyileşmesi zordur.
Amin Maalouf’un sözüdür:
“Sonra oradan savaş geçti. Hiçbir ev, hiçbir hatıra hasarsız
kalmadı. Her şey çürüdü: Arkadaşlık, aşk, adanmışlık, akrabalık, inanç,
sadakat. Hatta ölüm. Evet, bugün ölüm bile bana kirlenmiş, bozulmuş gibi
geliyor.”
Bugün...
Şikâyetçi olduğumuz
ve yakındığımız çok şey dün engel olmadıklarımız yüzündendir. Dün engel
olmadığımız küçük günahlar bugün büyüklerini oluşturdu. Dün kanıksanan, hayatın
bir parçası haline gelen günahlar çuvala da sığmıyor artık. Yaşanan kaosun ve
korkunun sebebi budur. Kalbin ve ruhun kirlenmesi insanlığın günahlarını
artırıyor!
Evet, “Yeryüzünde riya, inkâr, hıyanet altın devrini
yaşıyor…”
Ölüm, açlık, sefalet, ahlaksızlık ve kötülük hiç bu kadar
kıtalar dolaşmamıştı. Adeta insanın dokunduğu her şey cinnet geçiriyor!
Size kaç hakiki “dostta”
sahipsiniz diye sorsam, ‘hayatımda sağlam kaç kişi kaldı ki’ dediğinizi duyar
gibim. Adam harcamanın para harcamaktan daha kolay olduğu günlerden kimler
rahatsız değil ki... En sonunda harcayan da harcananla aynı akıbeti
yaşıyor!
Uğrunda can verilen, ciltler dolusu kitaplar, maniler ve
şiirler yazılan “aşk” en çok
kirletilen değerlerden! Namussuzluk aldı başını yürüdü. Irz, hayâ, insani
değerler yerlerde sürünüyor. Ahlaksızlık moda…
“Sabır” tükendi.
Sabrın yerini acelecilik, ani öfke krizleri, ani parlama ve patlamalar, cinnet
geçirmeler aldı. Tahammül yok, tebessümse esirgeniyor. Affediş desen sıfır…
Dünyanın yüzde sekseni mutsuz! Kimsede “huzur” yok! Hiç kimse yaşamdan ve yaşadığından mutlu değil. Çoğu
kimse ‘bir an ölsem de kurtulsam’ beklentisi içende…
“Ahlak” mı?
Bedenle ruh ilişkisi gibi. Bedende ruh yoksa hayat da
yoktur. Ahlak yoksa insanlık yoktur, her şey bitiktir...
Saygı ve hürmet yok... Örf yok, töre yok…
“Haset” aldı
başını yürüdü.
“Yalan dolan” iş bitiricilik ve profesyonellik
sayılıyor.
“Din, iman” o da ne ya?
Çağ dışılık ve eskilerin masalı sayılıyor. Bu çağda dinin
imanın yeri mi varmış?
“Seviyorum” sözü modası geçmiş ve kalbe inmeyen sözler gibi.
Evet, bir şeyin kalpte yeri yoksa hayat
ve yaşantıda da yeri olmuyor.
”Dürüstlük” Kaf
dağının ardında kaldı, arasan da bulunmaz değerlerden. Az gittik, uz gittik,
dere tepe düz gittik. Bulana aşk olsun…
“Tanrı Kabil’e Habil’in nerede olduğunu sorduğunda, Kabil
öfkeli bir biçimde başka bir soruyla yanıt verir: ‘Ben kardeşimin bekçisi
miyim?’ Yeryüzünün en büyük etik felsefecisi Emmanuel Levinas’ın yorumu şudur:
Öfke Kabil’in bu sorusu ile birlikte her türlü ahlaksızlık başladı. Elbette ben
kardeşimin bekçisiyim ve ahlaklı bir kişi olmak için özel bir sebep aramadığım
sürece ahlaklı bir kişi olurum ve öyle kalırım. Kabul etsem de etmesem de
kardeşimin bekçisiyim, çünkü kardeşimin iyiliği benim ne yaptığıma ve neyi
yapmaktan geri durduğuma bağlıdır...”
İyiliği, doğruluğu, dini, insani değerleri hayatınızdan
ve hayattan çıkardığınızda kuru iskelet kalır. Ruh bedenden çıkmıştır. Bu
yüzden çağın insanı boşluktadır ve büyük boşluklar yaşıyor. Bir varmış bir
yokmuş gibi yaşıyor!
Bozulmuş insan her şeyi bozuyor!
İyileşmek mi?
Dedim ya, yeniden düzelmeyi denemeliyiz, sonra da bozulan
her iyi düzeltmeyi...