Dolar (USD)
35.19
Euro (EUR)
36.59
Gram Altın
2961.23
BIST 100
9916.22
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE
08 Temmuz 2020

El insaf

El-İnsaf isimli bir kitabım var. Bu kitabı 2002 yılında yazmıştım. Meseleyi anlayabilmek için önce kısaca hikayesini söyleyeyim. Bir kuruluş tarafından 2002 yılında düzenlenen “insaf” konulu bir araştırma yarışması için yazılmıştı kitap; nihayetinde birinciliğe layık görüldü. Ancak 2008 yılında yayımlanabildi.

Facebook’taki sayfama bu kitabı etiketleyen arkadaşım Nizamettin Biber beyefendi kitapla ilgili eleştirilerde bulunmuş. Öncelikle kitabı okuduğu ve eleştirdiği için teşekkürlerimi arz ederim. Bu kitapta dile getirdiğim temel tezimi, eleştirilere de cevap olabilecek içerikte ifade etmeye çalışacağım.

Batı dünyasının kilisenin tahakkümüne karşı çıkıp, modern dünyayı inşa etmesi önemli bir gelişme ve kırılma noktasıdır. Kilisenin Tanrı adına zulümleri, kutsal kitabın temellük edilerek bu zulümlerin meşrulaştırılması, kurtuluş için bunun dışında bir yolu gerektirdi. Roger Bacon’ın tabiat da Tanrı’nın yazılı olmayan bir kitabıdır önermesi, Tanrısal gerçekliğin ve her şeyin ilksel formlarının ve gerçekliklerinin tabiatta olduğu fikrine yoğunlaşılmasını sağladı. Dikkat edilirse, burada Tanrı’dan bir kopuş yoktur. Tanrı’dan kopuş Descartes’ta da olmadı; ancak Descartes Tanrı’yı işlevsizleştirmenin yolunu açtı.

Fakat ilerleyen süreçte kilise bir kere güçsüzleşmeye başlayınca, aşkından ve Tanrı’dan kopuş başladı. Benim temel tezim ve kanaatim; sorunların başladığı yer de burasıdır. Aydınlanma düşüncesi bunun doruk noktasını oluşturmaktadır. Kilisenin aşırılığına bir başka aşırılıkla cevap verildi.

Söz gelimi; Aydınlanma ile birey daha da içerik kazandı. Kant’ın ergin olmayış durumdan kurtulduğunu ifade ettiği özne bu bireydir ve bir müddet sonra aşkınlığa her türlü referansı reddetmiştir. Bizde birey kelimesi, hala rastgele içerikleri bilinmeden kullanılır. Birey, kendisine inanan ve yaptıklarının sorumluluklarına katlanan bir insan tekidir. Buraya kadar bireyin niteliklerini olumlu kabul edelim. Çünkü Müslüman toplumlarda insan irade eden, karar veren ve sorumluluklarına katlanan bir birey düzeyinde değildir. Fakat birey aynı zamanda kendi içinde yalnızlaşmış, bencilleşmiş ve sadece kendi üzerine düşünen bir varlık olarak bugün “yalnız”lığı ve bencilliği oynamaktadır.

Bugün tüketim kültürü ve tüketim toplumu içinde yaşayan, hırs ve arzuları kışkırtılmış, bencilliği tavan yapmış, Fromm’un tabiriyle olma”ya değil “sahip olma”ya öykünerek yaşayan bir insan ile karşı karşıyayız. Bu insanı sizce Kant’ın ahlak yasası durdurabilir mi? Üstelik postmodern epistemoloji ile gerçekliği sadece kendisinin görünürlük sınırlarına indirgenmiş bir aşamaya geldik. Bu aşamada, öyle bir davran ki, davranışın ahlak yasası olsun” şeklindeki anlayışın kendi görünürlük sınırlarını aşarak ortak bir gerçeklik kurabilmesi mümkün mü? Mümkün derseniz ben de size nerede diye soracağım. Yoksa ahlak ve adalet için global aktörlerin içlerindeki ahlak yasalarını keşfetmelerini mi beklemeliyiz? Arkasından “Tanrı” kavramını çektiğiniz bir yerde “iyi”de çöker. Aydınlanma aklı ya da postmodernlik benim niçin iyi olmam gerektiğini aşkına başvurmadan kurabilirler mi? Onun için dünya kaynaklarının % 60’ını %1’lik azınlık kontrol ediyor. Bunun neresinde ahlak ve adalet var? Böyle bir dünyayı Müslümanlar mı inşa etti?

Müslüman toplumların sorumluluk üstlenme, kendilerine inanma ve ahlakilik üretme konusunda zafiyetleri olduğunu kabul ediyorum. Ancak bu zafiyetlerin tamamen Müslüman toplumlarda olduğunu söylerseniz ona da itirazım var. Müslüman toplumlar yaklaşık birkaç yüzyıldır yenilgi ve sömürge koşullarında feleği şaşmış bir vaziyette dolaşmaktalar. Ancak kavramları, perspektifleri parçalanmış bu toplumların, Batı’lıların inşa ettiği ve koşullarını belirlediği bir dünyada yaşadıklarını unutmayalım.

Küreselleşme insafsız, sömürgeye dayalı, insanı faşistçe kontrol etmek isteyen bir düzeni dünyaya dayatıyor. İçinde yaşadığımız ve iliklerimize kadar hissettiğimiz kapitalist düzen, siyasi, ekonomik, sosyal bütün total dengeleri bozuyor ve çoğunluğun aleyhine işliyor; insanları güçlülerin merhamet(sizliğ)ine bırakıyor.

Onun için bu dünyanın gidişine büyük bir vaveyla ile “EL İNSAF” çekmeliyiz. İnsanlığın ıstırabının derinlerinde kaybedilen Tanrı’nın izleri hala görülüyor.