Eksik
Karşılaştığım herkes yorgun şu sıralar; her gözün bebeğinde bir bezginlik emaresi. İnsanın kalbi, kâinatın aynası olduğu için böyle mi geliyor diye düşünürken, ışığını, tebessümünü yitirmiş gençler görüyorum, hakikatin tam da bu olmadığını söyleyen… Hayatımızda eksik olan ne, neyin yoksulluğunu çekiyoruz sorusuyla hemhâl olmak bana rahmetli babaannemi hatırlatıyor daima. Gecenin son çeyreğinde Kuran okuyuşunu, ocaktan cezveyi alırken titreyişini ellerinin, güneşi karşılarken ekmek pişirişini, merhameti bütün heybetiyle taşıyan o güzelliğin şikâyet ve dedikoduyla arasındaki mesafeyi, sükût ve gözyaşıyla hasbihâlini… Onu izlerken, hanımlığını ancak gidişinden sonra idrâk edeceğimi ve yıllar geçtikçe ona benzemeye çalışmanın ehemmiyetini kavrayacağımı bilmiyordum. İnsanoğlunun kendisi ile arasına koyduğu tuhaf bir handikap bu; nedense vâr olanı takdir etmek yerine, gidenlerden hisse almayı seviyor…
Sadece ruhumun değil, iyi bir model olarak bu çağın da hasretini çektiği o insandan koparıp, ömrüme iliştirmeyi başarabildiğim birkaç güzel hasletten biri de sevinince, sevince, bir çocuğu sevgiyle bağrına basarken kalbinin tam orta yerinden geldiğini duyduğumuz sıcak ve taze dualarla doldurmasıydı içimizi. Anne olunca çocuklarıma “ben senden razıyım Allah’ta razı olsun.” diyerek sarılmanın zor olmadığını fark ettim ve ulaşabildiğim herkese bu telkinde bulunmaya çalıştım fakat şu sıralar, Allah ile buluşma ve konuşma noktasında ciddi bir cimrilik içinde olduğumuzu düşünüyorum. Kalbimizin sükûnet limanına çıkamamasından, insanlığın mütemadi bir huzursuzluk içinde oluşundan, benden, senden, ondan “dua”yı kaybettiğimizi anlıyorum.
Bir yerde okumuştum, nerede hatırlamıyorum. Yağmur duası için toplanan herkesin sadrında biriken umut ve inancı göğe yüklediğinden ve göğün de insan kalbinden gelen bu güzel enerjiye cevapsız kalamayacağından bahsediyordu. İnancın direnişini anlatan ve onun cismi aşan gücü üzerinde duran muazzam bir örnek düşünüldüğü zaman… Adına enerji diyorlar, çekim yasası koyuyorlar şimdilerde ismini, insanın beyin gücüyle her şeyi yapabileceğini açıklamaya çalışıyorlar. Nihayetinde söyledikleri her şeyin aynı kapıda toplandığını ve Allah’a çıktığını göremiyorlar. İnkâr değil ama her gün biraz daha kuvvetli seslerle insanlığa sunulan inanç sistemi, Allah’ın varlığını ikrardan ötesi de değil. Rahmet bulutlarının göğü daraltması ve yağmurdan hemen önce onu bunaltmasına benziyor özü de insanın… Rahmet öncesi daima bir daralma ve sıkışma hâli… Gözyaşı da Allah’ın bedene rahmeti…
Tuhaf olansa bizim, bize sunulan huzur reçetesini tasdik ettiğimiz halde onu tatbik etmeyişimiz.
Gidişattan ürksek de yönelemiyoruz duaya oysa bir yıldız demeti gibi duruyor orada biz ne kadar küçülürsek, o derece büyüyen mânâ. Duyarak duyurmak, kalbimizin titreyişini nefesimize yükleyerek ötelere yollamak, havale makamına arz etmek omuzlarımıza ağır gelen yükleri, sancımızı onu vâr edenle paylaşmak… Rab ile hasbihâle sarıldıkça kıymetten olduğumuzu anlamak… Kendimize emanet olanları hatırlarken kendimizin de emanet olduğunu duyumsamak.
Allah ile konuşabilmek, O’nun huzurunda durabilmek bir nasip işi. Mühim olan bu nasibe nail olmayı dileyebilmek… Ferîdüddin Attâr'ın Mantıku't-Tayr’ında geçer;
Cüneyd-i Bağdadi Hazretleri’nin yanına bir gün bir dilenci oturdu ve dedi ki;
“İnsan denilen mahlûk gönül huzuruna ne zaman ulaşır?”
Büyük bir âlim ve velî bir zât olan Cüneyd-i Bağdadi şöyle cevap verdi; “Ne zaman gönül sarayına Cenab-ı Hakkın sevgisini misafir ederse, o zaman…” (sf.219)
İsmi ve cismi ne olursa olsun bir misafiri ağırlamak, onu davet etmeyi gerektiriyor. Yakın zaman önce Osmanlıca dersinde öğrendim duanın kelime anlamının da davet olduğunu. Bazen de davet öyle ince, öyle candan, öyle iştiyâkla yapılıyor ki, ses sahibine dönmeden, içinde buluyor çağıran bekleneni.
Niyâzî-i Mısrî ne güzel dökmüş sözü mısralara;
Sağı solu gözler idim dost yüzünü görsem deyû / Ben taşrada arar idim ol cân içinde cân imiş
Öyle sanırdım ayrıyam dost gayrıdır ben gayrıyam/Benden görüp işideni bildim ki ol cânân imiş
Savm u salât u hacc ile sanma biter zâhid işi/ İnsân-ı kâmil olmağa lâzım olan irfan imiş
Kandan gelir yolun senin Hakk'ı sana hakka'l yakîn/Nerden gelip gitdiğini anlamayan hayvân imiş
Selam ile