Ekonominin görünemeyenleri
Benzersiz günlerden geçiyoruz.
Neler yaşanıyor neler. Bakın hele!
Rusya, devlet tahvilleriyle hazine borçlanmasının
ve enerji şirketlerinin yurt dışından aldığı toplamda 150
milyar ABD Dolar dolayında borçların faiz ödemesini
yaptı.
Putin, şirketlerin borçlarını Ruble ile ödeyebileceğine dair
bir kararname çıkarmasına rağmen aksi yönde hareket ederek uluslararası
piyasaların aldığı tavrın ülkesinin ekonomisine ne derece etki ettiğini tüm
dünyaya göstermiş oldu.
Bu etkiyi bilen hatta kullanan bir diğer devlet olan Çin ise Rusya’nın
emperyalist çıkışına destek vermeyip bazı şirketler yoluyla da
yaptırımlara katıldığında bir bildiği varmış demek!
Bu da şöyle bir anlama geliyor ki, “Çağımızda canımızı tehdit eden silah
veya her türlü yok edici unsurdan çok daha fazla etkili olan bir şey varsa, o
da ekonomik konforlarımızın yok edilmesine yönelik tehdittir.”
Putin’in 117 milyon dolarlık borç faizinin ödenmesine cevaz vermesiyle bunu ilan
etmiş oldu.
Rus varlıklarını elden çıkarmak isteyen birçok yabancı yatırımcıya
karşı borsanın kapalı tutulması ve getirilen sermaye
kontrolü bu durumun farkında olunduğunu hissettirmişti.
ABD’den ziyade özellikle AB tarafından gelen yaptırımların
sertliği Rusya’yı kahruperişen(!) eylemese bile etkilemesi bizi
buraya getirdi.
Ekonomik bir yarış var ve Rusya'nın Karadeniz ve Baltık
Denizi’ndeki ekonomik seyir bölgelerinin kontrolü için göze alabileceği
kaybın da bir sınırı var.
“Fazlası olsa ne olurdu?” diyecek olanlara peşinen söyleyeyim:
“Uzun vadede Rusya kaybetse de kısa vadede herkes kaybederdi.”
Ekonominin getireceği yıkımın koca koca ülkeleri ne hâle düşürdüğüne de
bakın.
İstediği kadar nükleer silahı olsun.
Rusya'nın asıl silahı; alüminyum, buğday ile petrol ve doğal
gazdan ibarettir.
Ekonominin temeli olan emtialar olmadan devletlerin nasıl
da sarsıldığı ortada...
Rusya’nın zora sokulması, bahsi geçen ürünlerin üretim ve sevkiyatında
çıkacak aksamalarla tüm dünyayı ne hâle getirirdi Allah bilir.
Bakınız yakın zamanda bizim ayçiçeği ile yaşadığımız o
engin tecrübe bazı televizyonlarımızda yaklaşan gemilerin anbean yayınıyla bile
hâlâ hissediliyor.
Çözüm için küreselleşmenin ucuz iş gücünü ortaya
koyanlar, Çin’in ABD’den satın aldığı şirketlerde çalışanlara yüzde
200 daha az maaş verdiği gerçeğini görmezden geliyor.
Ekonomi iç tüketim ile büyür.
İçerideki alım gücünü canlı tutamazsanız, dünyada ortaya çıkan ilk krizde
üretiminizi kendi elinizle yok edersiniz.
Dünyaya teknoloji satmaya çalışan tarım ve gıda sektöründe
ise ülke içini hedefleyen stratejik bir yaklaşım içinde olmakta fayda var.
BTP Başkanı Hüseyin Baş'ın kongresinde tekrar tekrar "Yeraltı
kaynaklarımızı kullanalım." çıkışı da bundan ibaret.
Akkuyu Nükleer Santrali’yle birlikte Ege Denizinde ortalama 3
derece sıcaklık artışı yaşanacağı sonucuyla “Ege turizme
doyacak!” analizleri yapanların gülünecek raporlarıyla karar
vericileri kafakola alma çabası meydanın boş bırakılmasındandır.
"Hemen yanı başında duruyor, doğru bilgilendiriyordur" ön
kabulüne sarılmadan sesinin kulağa gitmesini engelleyenlere inat daha gür
bağıracak vatandaşa ihtiyaç var.
Yoksa TÜİK’in daha yaz dönemine girmeden yüzde 57’yi geçen
tarımsal girdi maliyetleri açıklaması "yazın daha ucuza ürün
tüketeceğiz" beyanlarının aksini ilan etmiyor mu?
Üretimde verimliliği artıracak adımlarla ilerlerken ekonomideki küresel
bağımlılığın anlamını dışlamayıp girişimciye cansuyu verip üreticiye kol kanat
germekten başka ne çaremiz kaldı.
Aksi takdirde geliri iki ayda eriyen asgari ücretliye ara zammı çözümleri
ile "ne şiş yansın ne de kebap" demekten kendimizi nasıl alacağız?
Enflasyonla gerçekten mücadele bir numaralı hedef olmalı ve bir an önce
başlamalı.
Yoksa Türkiye Tohumcular Birliği’nin daha fazla sertifikalı
tohum üretme çözümü olarak gördüğü o çağrıya sıkışıp kalırız:
Bankalardan borç alma limitimizi yükseltin!