Ekonominin Dili
Gelecek, Geliyor derken 14 Mayıs seçimlerini atlattık.
Seçimde TBMM’de Cumhur İttifakı milletvekillerinin
çoğunluğunu kazanarak yasa geçirecek sayıya ulaştı.
Cumhurbaşkanlığı seçimi ise ikinci tura kaldı. Pazar günü
yapılacak ikinci tur seçimleriyle Türkiye Cumhurbaşkanlığı seçimlerini de
atlatmış olacak.
Öncelikle yönetim krizinin yaşanmaması için Cumhur İttifakı
adayı olan Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın seçilmesi Türkiye’nin
istikrarının devam etmesini sağlayacaktır.
14 Mayıs seçimleri sonrasında seçim sonuçları açıklandıkça
deprem bölgesinde oyların çoğunluğu Cumhur İttifakı’na çıkmaya başlayınca
Millet İttifakı seçmenlerinin depremzedeleri hedef alan paylaşımları tüm
milletimizi derinden üzdü.
Deprem sonrasında deprem bölgesinde ihtiyaçların
giderilmediği konusunda basın, medya ve sosyal medyada türlü manipülasyonlar
yapılsa da deprem bölgesi seçimde bunların gerçek olmadığını açık bir şekilde
göstermiş oldu.
Deprem sonrasında devlet gücünü göstermiş ve öncelikle hayat
kurtarmaya yönelmiş, sonrasında beslenme ve barınma gibi ihtiyaçların
karşılanmasına yönelmiş sonrasında ise enkazın kaldırılması ve yeniden imara
yönelmiştir.
Enkazın kaldırılması, yıkımı, molozların taşınması, kamyonun
kirası, binanın yıkımı, çalışanların ücretleri, yemekleri barınmaları dahi ayrı
ayrı devlet bütçesine yük bindirmişken yeniden imarın da ayrı bir yük
bindirdiğini unutmamak gerekir. Bunların yanında devletin hâlâ beslenme,
barına, giyim kira ve diğer nakit yardımları devam ettirdiği düşünülürse kamu bütçesinin
açık vermesi gayet normal değil midir?
Son dönemde bazı muhalif ekonomistler kamu bütçesinin yüksek
açık vermesini kötü yönetime bağlasalar da için gerçeği pek öyle değil. 6 Şubat
depremlerinin büyüklüğü, sebep olduğu hasar ve ekonomik boyutunu düşününce
devletin vatandaşların ihtiyaçlarını karşılamak için tüm gücüyle çalışması
kötülenecek bir durum değil aksine iyi bir şeydir.
Bu kadar büyük bir felaketin elbette ekonomik yansıması
olacaktı. Ancak bu ekonomik yansımanın asgari düzeyde tutulması için devlet de
var gücüyle çalışmaktadır.
AB’ye üye olmak için öne sürülen Maastricht Kriterleri kapsamında
Kamu Borcu/GSYİH oranının en fazla %60 seviyesinde olabileceği
belirtilmektedir. Ancak bugün tabloya bakıldığında Euro Bölgesinde bu oran
%91,5 seviyesinde, Almanya’nın %66,3, Japonya’nın %263,90, ABD’nin %129,
İngiltere’nin %100,6, Fransa’nın %111,6, İtalya’nın %144,7, Kanada’nın %112,80
seviyesinde. Ancak bu oran Türkiye'de %31,70 seviyesindedir.
Yani devlet bir yandan hem depremzede vatandaşların hem de
diğer vatandaşların EYT, memur, kamu işçisi ve diğer bölgelerdeki ihtiyaçları
karşılarken kamu bütçesini korumaya devam ediyor.
Bu durumda kötü bir yönetimden bahsetmek doğru olmayıp
aslında doğru ve iyi bir yönetim olduğu söylenebilir.
Tüm bunların haricinde son dönemde Türkiye’de kredi
musluklarının kısıldığı yönünde özellikle muhalif siyasetçilerin dilinde ve
sosyal medyada çok fazla dedikodu dolanıyor.
Kısılan ticari krediler olmayıp tüketici kredilerin olduğunu
belirtmekte fayda var.
Ticari krediler özellikle selektif (proje bazlı) devam
ederken talep enflasyonuna neden olan tüketici kredilerin kısıldığını söylemek
mümkündür. Çünkü vatandaşların “bugün dünden pahalı olabilir ancak yarından
ucuz” olduğu yönündeki kanaati sebebiyle talep sürekli artarak devam ederken bu
durum enflasyonun istenilen ölçüde düşmesini engelliyor.
Diğer taraftan KKM için son dönemde yine muhalif kanatta
oldukça fazla dezenformasyon yaptıklarına şahit oluyoruz. KKM de faiz
oranlarının serbest bırakılmasıyla mevduat faiz oranları yükselmiş, kamu
bütçesine yükü azalmıştır. KKM de biriken tasarruf miktarı arttıkça yatırımlara
yönlendirilebilecek olan tasarruf miktarı da giderek artmaktadır. KKM öncesi
bir ayın altına inen vade süresi KKM ile üç ay ve daha fazlasına çıkmıştır. Bu
durum dövizin yükselmesinin önüne geçerken faiz oranlarının da enflasyonun
altında kalarak düşük olmasını sağlamaktadır.
Yani veriler başka söylerken muhalif siyasetçiler ikinci
turda dezenformasyonun dozunu giderek artırmaktadır.
Özellikle sosyal medyada kelli felli ekonomistlerin
dezenformasyon yapmaları aslında kendilerinin ne denli güvenilir (!)
olduklarını da açık bir şekilde göstermektedir.