Dolar (USD)
34.53
Euro (EUR)
36.16
Gram Altın
2981.72
BIST 100
0
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

​Ekonominin Dili

Gelecek, Geliyor derken 14 Mayıs seçimlerini atlattık.

Seçimde TBMM’de Cumhur İttifakı milletvekillerinin çoğunluğunu kazanarak yasa geçirecek sayıya ulaştı.

Cumhurbaşkanlığı seçimi ise ikinci tura kaldı. Pazar günü yapılacak ikinci tur seçimleriyle Türkiye Cumhurbaşkanlığı seçimlerini de atlatmış olacak.

Öncelikle yönetim krizinin yaşanmaması için Cumhur İttifakı adayı olan Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın seçilmesi Türkiye’nin istikrarının devam etmesini sağlayacaktır.

14 Mayıs seçimleri sonrasında seçim sonuçları açıklandıkça deprem bölgesinde oyların çoğunluğu Cumhur İttifakı’na çıkmaya başlayınca Millet İttifakı seçmenlerinin depremzedeleri hedef alan paylaşımları tüm milletimizi derinden üzdü.

Deprem sonrasında deprem bölgesinde ihtiyaçların giderilmediği konusunda basın, medya ve sosyal medyada türlü manipülasyonlar yapılsa da deprem bölgesi seçimde bunların gerçek olmadığını açık bir şekilde göstermiş oldu.

Deprem sonrasında devlet gücünü göstermiş ve öncelikle hayat kurtarmaya yönelmiş, sonrasında beslenme ve barınma gibi ihtiyaçların karşılanmasına yönelmiş sonrasında ise enkazın kaldırılması ve yeniden imara yönelmiştir.

Enkazın kaldırılması, yıkımı, molozların taşınması, kamyonun kirası, binanın yıkımı, çalışanların ücretleri, yemekleri barınmaları dahi ayrı ayrı devlet bütçesine yük bindirmişken yeniden imarın da ayrı bir yük bindirdiğini unutmamak gerekir. Bunların yanında devletin hâlâ beslenme, barına, giyim kira ve diğer nakit yardımları devam ettirdiği düşünülürse kamu bütçesinin açık vermesi gayet normal değil midir?

Son dönemde bazı muhalif ekonomistler kamu bütçesinin yüksek açık vermesini kötü yönetime bağlasalar da için gerçeği pek öyle değil. 6 Şubat depremlerinin büyüklüğü, sebep olduğu hasar ve ekonomik boyutunu düşününce devletin vatandaşların ihtiyaçlarını karşılamak için tüm gücüyle çalışması kötülenecek bir durum değil aksine iyi bir şeydir.

Bu kadar büyük bir felaketin elbette ekonomik yansıması olacaktı. Ancak bu ekonomik yansımanın asgari düzeyde tutulması için devlet de var gücüyle çalışmaktadır.

AB’ye üye olmak için öne sürülen Maastricht Kriterleri kapsamında Kamu Borcu/GSYİH oranının en fazla %60 seviyesinde olabileceği belirtilmektedir. Ancak bugün tabloya bakıldığında Euro Bölgesinde bu oran %91,5 seviyesinde, Almanya’nın %66,3, Japonya’nın %263,90, ABD’nin %129, İngiltere’nin %100,6, Fransa’nın %111,6, İtalya’nın %144,7, Kanada’nın %112,80 seviyesinde. Ancak bu oran Türkiye'de %31,70 seviyesindedir.

Yani devlet bir yandan hem depremzede vatandaşların hem de diğer vatandaşların EYT, memur, kamu işçisi ve diğer bölgelerdeki ihtiyaçları karşılarken kamu bütçesini korumaya devam ediyor.

Bu durumda kötü bir yönetimden bahsetmek doğru olmayıp aslında doğru ve iyi bir yönetim olduğu söylenebilir.

Tüm bunların haricinde son dönemde Türkiye’de kredi musluklarının kısıldığı yönünde özellikle muhalif siyasetçilerin dilinde ve sosyal medyada çok fazla dedikodu dolanıyor.

Kısılan ticari krediler olmayıp tüketici kredilerin olduğunu belirtmekte fayda var.

Ticari krediler özellikle selektif (proje bazlı) devam ederken talep enflasyonuna neden olan tüketici kredilerin kısıldığını söylemek mümkündür. Çünkü vatandaşların “bugün dünden pahalı olabilir ancak yarından ucuz” olduğu yönündeki kanaati sebebiyle talep sürekli artarak devam ederken bu durum enflasyonun istenilen ölçüde düşmesini engelliyor.

Diğer taraftan KKM için son dönemde yine muhalif kanatta oldukça fazla dezenformasyon yaptıklarına şahit oluyoruz. KKM de faiz oranlarının serbest bırakılmasıyla mevduat faiz oranları yükselmiş, kamu bütçesine yükü azalmıştır. KKM de biriken tasarruf miktarı arttıkça yatırımlara yönlendirilebilecek olan tasarruf miktarı da giderek artmaktadır. KKM öncesi bir ayın altına inen vade süresi KKM ile üç ay ve daha fazlasına çıkmıştır. Bu durum dövizin yükselmesinin önüne geçerken faiz oranlarının da enflasyonun altında kalarak düşük olmasını sağlamaktadır.

Yani veriler başka söylerken muhalif siyasetçiler ikinci turda dezenformasyonun dozunu giderek artırmaktadır.

Özellikle sosyal medyada kelli felli ekonomistlerin dezenformasyon yapmaları aslında kendilerinin ne denli güvenilir (!) olduklarını da açık bir şekilde göstermektedir.