Ekonomik devrim nasıl olur?
Ekonomilerin gelişmesinin altında yatan itici güç her zaman için Araştırma
Geliştirme yani ARGE yatırımlarıdır.
ARGE’ye yapılan yatırımdaki artış,
dünya ekonomisinden alınmak istenen payın daha yüksek olmasının arzulandığı sonucunu
doğurur.
Devletin ARGE'de devrim yapmasıveya tüm ARGE’nin
devlet tarafından yapılması beklenmez.
Zira devlet, bu alanda yaptığı yatırımlar ile bir süreç yürüttüğünde; çokça
harcanan para ama ortaya çıkmayan ürünler gerçeğine
savrulup kalır.
ARGE konusundan
kabaca söylemek gerekirse ya Stalin gibi "gaddar"
ya Güney Kore gibi "darbeci" ya da Batılılar gibi
"kâr merkezli" bir sistem kurmak zorundasınız.
Tabii Japonya gibi altyapınız ve kültürünüzün teşvik
ettiği bir eğitim devrimi ile de ARGE sonucuna çıkmanız kaçınılmaz.
Ama o kültüre ulaşmak bugünden yarına mümkün değil.
Türkiye için antidemokratik yolların da mümkün olmadığı ortada...
Geriye sadece özel sektörün ileriye taşıyacağı, devletin
ise düzenleyici, denetleyici teşviklerle süreci
ilerleteceği Batı modeli kalıyor.
Türkiye de esasında bunu yapıyor.
Son yıllarda savunma sanayinde ülkemizin ciddi bir adım
atmasının ardından aslında devletle çok yakın çalışan şirketlerin parmağı
olduğu göz önünde tutulursa belki söylemek istediğimiz çok daha iyi anlaşılır.
Savunma sanayii gibi kritik
alanlarda teknolojinin hızlı ve güvenli
dönüşümünü sağlamak devletin yakın ilgisine ihtiyaç duyan bir mesele
olduğu için buradaki iş birliğinin “çok yakın” olması oldukça
doğaldır.
Zira Batı’da da bu kurumlarla kurulan ilişkilerin aynı
yakınlıkta olduğunu görüyoruz.
BAYKAR gibi daha
nice şirket ile yapılan uzun soluklu anlaşmalar bu kapsamda
oldukça stratejik önemdedir.
Ama ülkenin genel teknolojik altyapısını bu kurumlar ile yapılan anlaşmalar
ileri götüremez.
Bunlar spesifik anlaşmaların getirdiği dar
faydalar üretir.
Toplumun teknoloji kullanımını artıracak yegâne aktör özel
sektördür.
Özel sektör, rekabetçi olmak ve daha fazla kâr elde edebilmek adına
yatırımlar yapar.
Eğer ülkedeki şirketler uluslararası yapıya kavuşmazsa rekabetçilik, çoğu
zaman yurtdışındaki teknolojinin kopyalanması ya da üretilen
teknolojinin üretim lisans haklarının satın alınması olarak
kendisini gösterir.
İşte Türkiye’nin durumu maalesef budur.
Fakat yakın bir zamanda bu konuda bir dönüşüm yaşanabilir.
Teknolojinin getirdiği kolaylıkların ülkeye yayılabilmesi için o
teknolojinin, düşük maliyetle üretilmesi ya da ülkedeki
alım gücünün çok yüksek olması gerekir.
Ülkemizdeki alım gücünün son zamanlarda ortaya koyulan politikalarla
düştüğü düşünülecek olursa ucuza teknoloji üretmekten başka seçenek
kalmadığı anlaşılabilir.
Bu yaklaşımı da aslında Çin malı olarak üretilen ve
markasını hiç duymadığımız telefon örneklerinde görebiliriz.
Bir dönem piyasada çok yaygın olan ve akıllı telefon diye
ucuza satılan Çin malı telefonların açıklaması aslında alım
gücünün düşüklüğü nedeniyle üretilen yurtiçi teknolojinin bir
yansımasıdır.
Türkiye’nin rekabetçi piyasası ve Batı’ya
fazlaca entegre ekonomi yapısı bu tarz teknolojilerin
vatandaşlarca alım tercihinde bulunulmasına imkan vermeyeceğinden dikkat
edileceği gibi yüksek teknoloji ürünlerin ithal edilmeye devam
ettiği bir süreci duraksama bile olmadan yaşıyoruz.
Devlet pasaport kısıtlamaları ile telefonların gelişine
çözüm bulmaya çalışsa da istediğisonuca ulaşma ihtimali epey zor olacak.
Asgari ücretin bilmem kaç katı telefonu
alma alışkanlığını edinen bir toplumun bu düzenlemelerle
durdurulması mümkün değil.
O zaman yapılacak tek şey ya alım gücünü yükseltmek ya
teknolojinin Türkiye'de üretilmesini sağlamak ya da toplumun
alışkanlıklarını değiştirmek...
Alışkanlıkları değiştirmek zor.
Enflasyon istediği kadar artsın, dükkanlardaki kalabalıklar ne
kadar pahalı olursa olsun devam ediyor.
Bu da halkın ne kadar yoksullaşsa da alışkanlıklarından ödün
vermediği sonucunu ortaya çıkarıyor.
Teknoloji üretmeye gelecek olursak TÜİK rakamlarına
göre ARGE’ye ayrılan kaynak 2021 yılında bir önceki yıla göre 26
milyar 965 milyon lira artışla 81 milyar 922 milyon lira oldu.
Bu da GSYİH içinde yüzde 1,13’lük bir orana gelinmesini
sağladı.
2020 rakamlarına göre İsrail’de bu oran yüzde 5,5 Güney
Kore’de yüzde 4,8 Çin’de 3,7 İsveç’te 3,49 ABD’de
3,45 Japonya’da 3,27 Almanya’da ise bu
oran 3,13 olarak gerçekleşiyor.
OECD 2020 ortalamasının
2,67 olduğu göz önünde bulundurulunca ve yatırımları ileri düzey olan ülkelerin
aynı zamanda alım güçlerinin de yüksek olduğuna dikkat çekilince kaliteli bir
ekonominin ARGE’ye duyduğu ihtiyaç daha iyi anlaşılır.
Türkiye’nin yatırım yaparak teknoloji transferi yaklaşımına
girmesi bir politika olduğu gibi alım gücünü yükseltilmesi ile
birlikte yabancı yatırımcının Türkiye'de mallarını satabilmesi için
satmak üretim yapma zorunluluğu getirmesi yine ARGE şartını
sağlar.
Tüketim kötü
değildir. İsraf kötüdür. Teknoloji transferi kötü
değildir transfer bağımlılığı kötüdür.
BAYRAKTAR ile
başlayan ARGE çılgınlığının TOGG ile
sürmesini ve 29 Ekim’de tüm ülkeye yayılacak büyük projelerin
açıklanmasını umut ediyorum.
Para politikasında bardağın
sadece dolu tarafına bakanlar ARGE, alım gücü, teknoloji transferi seçeneklerini
gözden kaçırıyor.
Hadi bardağı tamamen dolduralım.
Bütçe görüşmelerinde kamuya yapılacak harcamalardan sadece yüzde 10
tasarruf yaparak bu kaynağı ARGE için
ayırıp büyük bir adım atalım.
İşte gerçek reform böyle olur.