Dolar (USD)
34.56
Euro (EUR)
36.58
Gram Altın
2919.25
BIST 100
9232.9
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE
07 Haziran 2023

Ekonomide kendi doğrularımızı ararken...

Birkaç haftadır kendi dinamiklerimize, sosyolojimize, kültürümüze, jeopolitik konumumuza, duygu ve düşünce dünyamıza, hasılı bizi biz yapan değer ve gerçeklere uygun bir ekonomi anlayışının öneminden bahsediyorum.


Batı'yı asırlarca devam eden bir sergüzeşt sonunda dönüştürüp bugünkü konumuna taşıyan sermayesinin ve onun ürettiği değerlerin ortaya koyduğu son sürümdür neo-liberalizm. Sosyolojik, kültürel, siyasi ve iktisadi cephelerde verilmiş ve sermayenin zaferiyle sonuçlanmış büyük bir kavganın ürünüdür.

Dünyamızı bugünkü adaletsizliğe ve daha sayısız melanete sürükleyen reelpolitikin ta kendisidir. Hayali bir kahraman olan, duyguları bir kenara atılmış, faydasını ençoklamadan başka bir şey düşünmeyen ve her zaman realist davranan homo economicusun güncel sürüm dinidir.

Aslında aramaya bulamayacağınız, robotik bir türün haklı haksızı, doğru yanlışı, güzeli çirkini umursamadan sadece maksimum kazanca ve faydaya odaklandığı sefil bir hikayedir.

Homo economicus bize hiç benzemez. Maddi anlamda faydasını artırmayan her türlü duygusal davranış, tercih ve karar onun için hatalıdır.

Kusursuz akılcıdır. Sadece kendisiyle ilgilenir. Adeta kendine aşık yapay zeka ürünü bir makinedir. Son nefesine kadar da hep "önce ben! " der.

Sadece bu kadarı bile liberal teorilerin baş kahramanı homo economicusun bize ne kadar benzemediğini anlamak içim yeterlidir diye düşünüyorum. Fakat bir o kadar da aydınlanmanın, pozitivizmin, sömürgenliğin bayraktarı Batı'nın iki asırdır talep ettiği insan prototipi olduğunu kavramak için de yeterli bu tanıtım.

Evet, günümüz iktisadi sisteminin hakim gücü olan Batı ve onun elinde tuttuğu sermaye gücü ile tüm dünyaya dikte ettiği homo economicusu merkeze alan liberal politikaları, reel politik açısından değerlendirildiğinde geçer akçe olduklarından, yani sermayeyi elinde tutan güçlerin diktesi olmalarından ötürü tüm gelişmiş dünya ülkeleri için adeta "olmazsa olmaz" hüviyetine sahip.

Sınırları kalın çizgilerle çizilmiş bu alanın dışlama çıkanlar inanılmaz zorluklarla ve küresel sermaye tarafından terk edilme cezası ile karşı karşıya kalıyor.

Sınırların içinde kalan ama sermaye sahibi olmayanlar ise içeride kalmanın ve oyun kurucuların sermayesine ulaşımın bedelini yüzyıldır sömürülmekle ödüyor. Alanın sahipleri tarafından ne dense yapsa bile huzur bulamadığı gibi her geçen gün adeta grubu uygun olmayan bir kanı vücudunu almışçasına komplikasyonlarla karşılaşıyor.

İşin daha da garibi kurdukları bu sistemin her güncel versiyonu oyunun sahiplerini bile 10-15 yılda bir müthiş bir kasırga ile savurup, onlara bir sonrakine daha büyük bir kasırgaya neden olacak, milletlerini ve medeniyetlerini yıkıma götürücek akıl dışı kararlar aldırıyor.

İşin içinden çıkıp zincirini kırmak isteyenler her türlü cezayı, ambargoyu ve dışlanmayı göğüslemeye cesaret edince de içerde-dışarda, işi bilen-bilmeyen herkes üstlerine çullanıp canlarını çıkartmaya çalışıyor.

Çünkü işi bilsin diye eğitilenlere dünyada başka hiç bir seçenek yokmuşçasına sadece düzenin sahiplerinin baş kahramanı homo economicusun alternatifsiz dünyası üzerinden eğitim veriliyor. Bilmeyenlerin durumu zaten malum. En çok kim bağırıyorsa onlara meylediyorlar...

Halbuki bizim ekonomi alanındaki bildiklerimizin temelindeki bu teori kahramanına karşı evvel zamanda deneyselci gerçeklikler çerçevesinde savaş açıp başka yolların mümkün olduğunu ispat için uğraşan büyük iktisatçıların isimleri hala iktisat tarihi kitaplarında yerlerini koruyor.

Bugün onların gösterdikleri yollarda olmamamızın tek nedeni sermayenin merkezi haline gelmiş ülkelerden seslendikleri için seslerinin alçak kalması.

Sermayenin merkez güç olmadığı ülkelerden bu sesler yükselebilmiş olsaydı, özellikle İslam Dünyasından bu ataklar gerçekleştirilebilse ve deneyselcilik ilke olarak benimsenseydi şimdi nasıl bir dünyada olurduk tahmin bile edemiyorum.

Kendi maddi ve manevi değerlerimize uygun, kendi avantaj ve dezavantajlarımızı merkeze alan, kendi gaye-i hayalimize ulaşmak için hazırlanmış, deneye tabi tutulmuş, hataları ve güçlü yanları süreç içerisinde öğrenilip en mükemmel haline ulaştırılmış bir ekonomi anlayışı... İhtiyacımız olan tam olarak bu.

Ortodoks politikalar bizim gibi sermaye eksikliği yaşayan fakat tarihi ve kültürel mirası sebebiyle apayrı bir manevi sermayeye sahip olan, bölgesel bir güç olup en büyüklerin masasında sandalye sahibi olmak isteyen, kendi dinamikleri ile varlığını anlam yüklemek isteyen, kendini bu anlamlandırmaya mecbur hisseden ülkeler için ancak ringin kenarında bir sonraki raunda hazırlananlar için bekletilen taburelere benzer. Oralarda uzun süre oturamayız. Ama kötü bir raunddan sonra dinlenmek için inanılmaz önem arz ediyorlar.

Deneyselcilik dedik ya hani. Bir kötü deneme yüzünden denemeyi bırakma şansımız yok. Her hatadan ders çıkarıp yola devam etmek, kendi doğrumuzu bulana kadar mücadele etmek, baştan baştan denemek zorundayız. Başkalarının doğrularında iki asır kaybettik. Kendi doğrumuzu ararken kayıp gözüken her şey aslında hedefe giden yolda kazanılmış tecrübeler...