Ekonomide kendi doğrularımızı ararken...
Birkaç haftadır kendi dinamiklerimize, sosyolojimize, kültürümüze, jeopolitik konumumuza, duygu ve düşünce dünyamıza, hasılı bizi biz yapan değer ve gerçeklere uygun bir ekonomi anlayışının öneminden bahsediyorum.
Batı'yı asırlarca devam eden bir sergüzeşt sonunda dönüştürüp bugünkü konumuna
taşıyan sermayesinin ve onun ürettiği değerlerin ortaya koyduğu son sürümdür
neo-liberalizm. Sosyolojik, kültürel, siyasi ve iktisadi cephelerde verilmiş ve
sermayenin zaferiyle sonuçlanmış büyük bir kavganın ürünüdür.
Dünyamızı bugünkü adaletsizliğe ve daha sayısız melanete sürükleyen
reelpolitikin ta kendisidir. Hayali bir kahraman olan, duyguları bir kenara
atılmış, faydasını ençoklamadan başka bir şey düşünmeyen ve her zaman realist
davranan homo economicusun güncel sürüm dinidir.
Aslında aramaya
bulamayacağınız, robotik bir türün haklı haksızı, doğru yanlışı, güzeli çirkini
umursamadan sadece maksimum kazanca ve faydaya odaklandığı sefil bir hikayedir.
Homo economicus bize hiç benzemez. Maddi anlamda faydasını artırmayan her türlü
duygusal davranış, tercih ve karar onun için hatalıdır.
Kusursuz akılcıdır. Sadece kendisiyle ilgilenir. Adeta kendine aşık yapay zeka
ürünü bir makinedir. Son nefesine kadar da hep "önce ben! " der.
Sadece bu kadarı bile liberal teorilerin baş kahramanı homo economicusun bize
ne kadar benzemediğini anlamak içim yeterlidir diye düşünüyorum. Fakat bir o
kadar da aydınlanmanın, pozitivizmin, sömürgenliğin bayraktarı Batı'nın iki asırdır
talep ettiği insan prototipi olduğunu kavramak için de yeterli bu tanıtım.
Evet, günümüz iktisadi sisteminin hakim gücü olan Batı ve onun elinde tuttuğu
sermaye gücü ile tüm dünyaya dikte ettiği homo economicusu merkeze alan liberal
politikaları, reel politik açısından değerlendirildiğinde geçer akçe
olduklarından, yani sermayeyi elinde tutan güçlerin diktesi olmalarından ötürü
tüm gelişmiş dünya ülkeleri için adeta "olmazsa olmaz"
hüviyetine sahip.
Sınırları kalın çizgilerle çizilmiş bu alanın dışlama çıkanlar inanılmaz
zorluklarla ve küresel sermaye tarafından terk edilme cezası ile karşı karşıya
kalıyor.
Sınırların içinde kalan ama sermaye sahibi olmayanlar ise içeride kalmanın ve
oyun kurucuların sermayesine ulaşımın bedelini yüzyıldır sömürülmekle ödüyor.
Alanın sahipleri tarafından ne dense yapsa bile huzur bulamadığı gibi her geçen
gün adeta grubu uygun olmayan bir kanı vücudunu almışçasına komplikasyonlarla
karşılaşıyor.
İşin daha da garibi kurdukları bu sistemin her güncel versiyonu oyunun
sahiplerini bile 10-15 yılda bir müthiş bir kasırga ile savurup, onlara bir
sonrakine daha büyük bir kasırgaya neden olacak, milletlerini ve
medeniyetlerini yıkıma götürücek akıl dışı kararlar aldırıyor.
İşin içinden çıkıp zincirini kırmak isteyenler her türlü cezayı, ambargoyu ve
dışlanmayı göğüslemeye cesaret edince de içerde-dışarda, işi bilen-bilmeyen
herkes üstlerine çullanıp canlarını çıkartmaya çalışıyor.
Çünkü işi bilsin diye eğitilenlere dünyada başka hiç bir seçenek yokmuşçasına
sadece düzenin sahiplerinin baş kahramanı homo economicusun alternatifsiz
dünyası üzerinden eğitim veriliyor. Bilmeyenlerin durumu zaten malum. En çok
kim bağırıyorsa onlara meylediyorlar...
Halbuki bizim ekonomi alanındaki bildiklerimizin temelindeki bu teori kahramanına
karşı evvel zamanda deneyselci gerçeklikler çerçevesinde savaş açıp başka
yolların mümkün olduğunu ispat için uğraşan büyük iktisatçıların isimleri hala
iktisat tarihi kitaplarında yerlerini koruyor.
Bugün onların
gösterdikleri yollarda olmamamızın tek nedeni sermayenin merkezi haline gelmiş
ülkelerden seslendikleri için seslerinin alçak kalması.
Sermayenin merkez güç olmadığı ülkelerden bu sesler yükselebilmiş
olsaydı, özellikle İslam Dünyasından bu ataklar gerçekleştirilebilse ve
deneyselcilik ilke olarak benimsenseydi şimdi nasıl bir dünyada olurduk tahmin
bile edemiyorum.
Kendi maddi ve manevi değerlerimize uygun, kendi avantaj ve dezavantajlarımızı
merkeze alan, kendi gaye-i hayalimize ulaşmak için hazırlanmış, deneye tabi
tutulmuş, hataları ve güçlü yanları süreç içerisinde öğrenilip en mükemmel
haline ulaştırılmış bir ekonomi anlayışı... İhtiyacımız olan tam olarak bu.
Ortodoks politikalar bizim gibi sermaye eksikliği yaşayan fakat tarihi ve
kültürel mirası sebebiyle apayrı bir manevi sermayeye sahip olan, bölgesel bir
güç olup en büyüklerin masasında sandalye sahibi olmak isteyen, kendi
dinamikleri ile varlığını anlam yüklemek isteyen, kendini bu anlamlandırmaya
mecbur hisseden ülkeler için ancak ringin kenarında bir sonraki raunda hazırlananlar
için bekletilen taburelere benzer. Oralarda uzun süre oturamayız. Ama kötü bir
raunddan sonra dinlenmek için inanılmaz önem arz ediyorlar.
Deneyselcilik dedik ya hani. Bir kötü deneme yüzünden denemeyi bırakma şansımız
yok. Her hatadan ders çıkarıp yola devam etmek, kendi doğrumuzu bulana kadar
mücadele etmek, baştan baştan denemek zorundayız. Başkalarının doğrularında iki
asır kaybettik. Kendi doğrumuzu ararken kayıp gözüken her şey aslında hedefe
giden yolda kazanılmış tecrübeler...