Ekonomi-politik bir sorun olarak faiz meselesi
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve Ekonomi Bakanı Nihat Zeybekçi'nin faizin düşürülmesine dönük ısrarı salt siyasi bir refleksle açıklanmayacak kadar derin boyutlar içeriyor. Konunun hem ekonomik hem siyasal hem sosyolojik hem de jeopolitik boyutları olduğu kesin.
Faiz hadlerinin yüksek olduğu sayılı ülkelerden birisi olarak Türkiye ekonomik açıdan belini doğrultabilmek, iktisadi istikrarını korumak yanında sağlıklı büyümek gibi makro hedefleri reel olarak sürdürebilir kılacaksa reel sektör yatırımlarının önünü üretim ekonomisini ayağa kaldıracak şekilde açmak zorunda.
Türkiye yatırım yapacak girişimcilerin planladıkları şekilde işlerini kurmaları, hedefledikleri yatırımı gerçekleştirmeleri ve gerekli olan sermayenin temin edilmesi bakımından zor bir ülke. Finansman maliyetleri hala çok yüksek ve şirketlerin cirolarının büyük kısmı finansman maliyeti için ayrılıyor. Buraya ödenen rakamlar yeni yatırımların yapılmasını engelliyor. Türkiye'de Ekonomi Bakanı Nihat Zeybekçi'nin de ifade ettiği gibi
Faiz maliyetleri gerçekten de yatırımcılar açısından katlanabilir olmaktan uzak. Peki bu maliyet yüksek olunca neler oluyor?
Reel sektör yatırımları faiz belası yüzünden istenilen oranda gerçekleşmeyince üretim olmuyor, üretim olmayınca istihdam, ihracat, kazanç olmuyor. Kazanç olmayınca yeni yatırımlar, tasarruf mümkün olmuyor, bireyler açısından hane geliri düşüyor, şirketler kontak kapatıyor, devlet vergi geliri de elde edemiyor. Bütün bu sebeplerden dolayı reel sektör yatırımlarının istihdam, üretim, tasarruf, yatırım dengesini sürdürülebilir kılmak bakımından sürgit kılınması gerekiyor.
Son günlerde gerek hükümet yetkilileri gerekse merkez bankasınca yapılan açıklamalara bakıldığında sanki hükümetle merkez bankası kavga ediyormuş gibi bir görüntü ortaya çıksa da aslında her iki tarafın da niyetinin bu olmadığı açık.
Bir taraf enflasyon korkusuyla hareket ederken diğer taraf yatırımın finansman maliyetinin yüksekliğine dikkat çekerek hassasiyetini ortaya koyuyor. Bunda anlaşılmayacak bir şey yok, her iki taraf da bir tez ortaya koyuyor ve tezinin arkasında duruyor.
Ancak siyasi kimliği olmayan kurumların millete hesap vermek gibi bir yükümlülüğü yokken siyasilerin her halükarda hesap verme zorunluluğu var. Bu sorumluluk ve zorunluluk ister istemez siyasileri daha keskin ve daha hassas bir dil kullanmaya itiyor.
İşin ilginç tarafı esas sesi yüksek çıkması gereken reel sektör temsilcilerinin yeteri kadar sesleri gür çıkmıyor. Muhtemeldir ki pek çok yatırım sahibi fon ya da finansman kuruluşları nezdinde mim yemek istemiyor. Bankalarla kredi alışverişi olan işadamları faizler yüksek olsun olmasın finansman temininde sıkıntı yaşamamak için sesini çıkarmıyor. Çünkü Türkiye'de bankalar çok güçlü.
Türkiye son birkaç yıldır bölgesinde bankacılık sektörünün en çok kar ettiği ülke. Bu durum işin taraflarını hem ürkütüyor hem de sevindiriyor.
Kısa süre evvel mecliste tüketici yasası taslağı üzerinde görüşmeler sürerken bankaların almış olduğu dosya masrafları söz konusu edildiğinde banka yetkililerinin komisyonu açıkça tehdit ettiği yönünde haberler yansımıştı kamuoyuna. Malum, elimizdeki mevduatla ekonomik istikrarı bozacak gücümüz var salvosu.
Çoğunluğun görüşüne göre Sayın Erdoğan ve Sayın Zeybekçi itiraz, eleştiri ve ısrarlarında haklılar. Merkez Bankası, sorumluluğu siyaset kurumunda olmak kaydıyla faiz oranlarını daha da aşağıya çekerek bu durumun orta vadede reel sektördeki yansımalarını takip etmelidir. Böylece bu kararın isabetli olup olmadığı başka değişkenlerin muhtemel etkileri de hesaba katılarak belli bir zaman zarfında ortaya çıkmış olur.
Her zaman ifade etmeye çalıştığım gibi Türkiye'de ekonomi yönetiminde çok başlılık var ve daha da kötüsü pek çok alanda aldığı kararlarla siyasi sorumluluk taşımayan yani davul başkasının tokmak başkasının sırtında durumu oluşturan pek çok üst kurul ve bağımsız kuruluş var.
Acaba işe, hazır faiz meselesi de gündemdeyken, bu kurumları reform ize edecek, açıkçası siyasetin etki alanını genişleterek icraat ve sorumluluk ilişkisini sağlıklı zemine oturtacak girişimleri konuşmakla mı başlasak? Sizce de daha doğru olmaz mı?