Dolar (USD)
32.50
Euro (EUR)
34.95
Gram Altın
2430.05
BIST 100
9799.06
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

16 Eylül 2021

Ekonomi insan içindir!

Öğrencilik yıllarımda Edebiyat dersinde öğretmenimiz "Sanat, sanat için midir yoksa sanat, toplum için midir?" diye öteden beri tartışılagelen konuyu bizim de tartışmamız için soru olarak sordu. Ders boyunca bazı arkadaşlarımız sanatın sanat için olması gerektiğini savunup bunu bir takım tezleriyle güçlendirirken, diğer arkadaşlarımız ise sanatın kesinlikle topluma hizmet etmesi gerektiğini ve insana faydası olmayan bir eylemin sanat olarak kabul edilemeyeceğini iddia etti. Ders boyunca bu tartışma böyle uzayıp giderken dersin sonuna doğru pek sesini duymadığımız bir arkadaşımız belki de ilk defa söz alarak: "Neyi tartışıyorsunuz arkadaş, içinde bulunduğumuz zamanda sanat sadece para içindir." diyerek tartışmaya büyük bir nokta koymuş oldu.

O zaman da kendisine hak verdiğim arkadaşıma, bugün de dönüp baktığım zaman eskisinden daha çok hak verir oldum. Bu hak verişim, sanatın para için olması gerektiğine inandığımdan diye kabul edilmesin lütfen. Sanat öncelikle sanat için yapılmalı, sonra da topluma mal olmalıdır. Ancak sanatta önceliğimiz maddi kaygı olduğu zaman ortaya çıkan eser bir sanat eserinden ziyade bir meta olarak kabul görür. Maalesef içinde bulunduğumuz zamana baktığımızda ise sanat eserlerine yüklenen anlam genellikle maddi kaygı ve maddi değer ölçekli oluyor. Bu da eserin nesiller boyunca aktarılmasından ziyade günü kurtarma kaygısıyla yazılmış olduğunu gözler önüne seriyor.

Sanat meselesinde durum böyle olunca, olayın insan boyutuna ve insan-ekonomi ilişkisi açısından bakacak olursak konuya girişte şu soruyu cevaplamaya çalışmak yerinde olacaktır:

"İnsan için mi ekonomi, ekonomi için insan mı?"

Eskiden, hani çok eskiden, zamanın eski devirlerinden birinde, bundan yaklaşık otuz yıl öncesinde insanlar maddeyi kendi ihtiyaçlarını karşılaması için kullanırlardı. Ekmek parasına, karın tokluğuna, nafakasının teminine yönelik çabalar içerisindeydi. Gününü kurtaran kahramandı ve maddi anlamda öyle uzun boylu hesaplar yapılmazdı. Öncelikler maddeden ziyade maneviyat üzerine şekillenirdi. İnsanî değerler, dostluklar, samimi muhabbetler hayatın merkezinde kendisine yer edinirdi. Abesle iştiğal edilen davranışlar toplum nezdinde de abesti ve hiçbir şekilde bahane kabul etmezdi. Ayrıca o zaman psikolojik depresyonlar ve kişisel ekonomik buhranlar ve bunalımlar hayatın merkezinde yoktu. Yokluğun bile ayrı bir letafeti vardı ve yoklukta büyüyen çocuklar olarak kendi oyuncaklarımızı kendimiz üretecek kadar da mahirdik. O zamanlar ekonomik kaygılar insanların hayatını idame ettirebilmesi içindi ve merkeziyetçi bir yapıya sahip değildi. Ekonomi insan içindi, insan ekonomi için değildi. Peki, sonraları ne oldu?

Küresel dünya piyasasında insanoğlu maddeyi kendi hizmetini görmesi için değil de ona hizmet etmek için kendisini harcamaya başladı. Harcanması gereken para olacakken insan kendisini harcar oldu. Başarılı olmanın sırrı mutlulukta saklı iken sonraları bu sır paranın gizemli dünyasında kendisine yer buldu. İnsanoğlu da bu sırrı bulmak için en değerli zamanını ve hayatını bunun için feda etmeye başladı. Bu sırrı bulduğunu zannettiği zaman da bu sırrı bulmak için harcadığı zamanını geri getiremedi, ancak kaybettiği sağlığını kurtarabilmek için kazandığı paraları harcamaya başladı. Ama o zaman da iş işten çoktan geçmiş oldu. “Her şey kendi çağında güzeldir.” sözünün kıymetini tren kalkıp gittikten sonra anladı.

Dönüp kendi hayatımıza baktığımız zaman bu acı durumu görmemek mümkün değil. Atadan babadan kalan ve içinde büyüdüğümüz bahçeli, müstakil evler yerine beton yığınları içerisinde bilmem kaç katlı ve kaç artı bir apartman dairelerinin içerisine kendimizi hapsedip, bu esaretimizi on yıl boyunca ödeyeceğimiz kredilerle taçlandırır olduk. Sonra da oturduğumuz apartmanın hiç kullanmadığımız havuzunun varlığıyla hava atar olduk. On yıl boyunca ödediğimiz kredi bitince de üç artı bir evlerin bize yetmediğinden şikâyet edip bir oda fazla olsun diye bir on yıl daha ekonomiye hayatımızı ödünç verdik. Eskiyen (!) arabamızın modellerini yükseltmenin faturasını bu konuya dâhil bile etmiyorum.

Velhasıl, dönüp geriye baktığımız zaman yanımızda götüremeyeceğimiz ve adı üstünde olan gayrimenkuller için hayatımızı feda edip hayatımız için harcamamız gereken ekonomi için hayatımızı harcadığımızı fark ettiğimiz zaman iş işten çoktan geçmiş olunca başımızı vurabilecek bir taş bulabilecek miyiz, yoksa o taş musalla taşı mı olacak?