Ekonomi insan içindir!
Öğrencilik
yıllarımda Edebiyat dersinde öğretmenimiz "Sanat,
sanat için midir yoksa sanat, toplum için midir?" diye öteden beri
tartışılagelen konuyu bizim de tartışmamız için soru olarak sordu. Ders boyunca
bazı arkadaşlarımız sanatın sanat için olması gerektiğini savunup bunu bir
takım tezleriyle güçlendirirken, diğer arkadaşlarımız ise sanatın kesinlikle
topluma hizmet etmesi gerektiğini ve insana faydası olmayan bir eylemin sanat
olarak kabul edilemeyeceğini iddia etti. Ders boyunca bu tartışma böyle uzayıp
giderken dersin sonuna doğru pek sesini duymadığımız bir arkadaşımız belki de
ilk defa söz alarak: "Neyi tartışıyorsunuz
arkadaş, içinde bulunduğumuz zamanda sanat sadece para içindir." diyerek
tartışmaya büyük bir nokta koymuş oldu.
O zaman da
kendisine hak verdiğim arkadaşıma, bugün de dönüp baktığım zaman eskisinden
daha çok hak verir oldum. Bu hak verişim, sanatın para için olması gerektiğine
inandığımdan diye kabul edilmesin lütfen. Sanat öncelikle sanat için yapılmalı,
sonra da topluma mal olmalıdır. Ancak sanatta önceliğimiz maddi kaygı olduğu
zaman ortaya çıkan eser bir sanat eserinden ziyade bir meta olarak kabul görür.
Maalesef içinde bulunduğumuz zamana baktığımızda ise sanat eserlerine yüklenen
anlam genellikle maddi kaygı ve maddi değer ölçekli oluyor. Bu da eserin
nesiller boyunca aktarılmasından ziyade günü kurtarma kaygısıyla yazılmış
olduğunu gözler önüne seriyor.
Sanat
meselesinde durum böyle olunca, olayın insan boyutuna ve insan-ekonomi ilişkisi
açısından bakacak olursak konuya girişte şu soruyu cevaplamaya çalışmak yerinde
olacaktır:
"İnsan için mi ekonomi, ekonomi
için insan mı?"
Eskiden,
hani çok eskiden, zamanın eski devirlerinden birinde, bundan yaklaşık otuz yıl
öncesinde insanlar maddeyi kendi ihtiyaçlarını karşılaması için kullanırlardı.
Ekmek parasına, karın tokluğuna, nafakasının teminine yönelik çabalar
içerisindeydi. Gününü kurtaran kahramandı ve maddi anlamda öyle uzun boylu
hesaplar yapılmazdı. Öncelikler maddeden ziyade maneviyat üzerine şekillenirdi.
İnsanî değerler, dostluklar, samimi muhabbetler hayatın merkezinde kendisine
yer edinirdi. Abesle iştiğal edilen davranışlar toplum nezdinde de abesti ve
hiçbir şekilde bahane kabul etmezdi. Ayrıca o zaman psikolojik depresyonlar ve
kişisel ekonomik buhranlar ve bunalımlar hayatın merkezinde yoktu. Yokluğun
bile ayrı bir letafeti vardı ve yoklukta büyüyen çocuklar olarak kendi oyuncaklarımızı
kendimiz üretecek kadar da mahirdik. O zamanlar ekonomik kaygılar insanların
hayatını idame ettirebilmesi içindi ve merkeziyetçi bir yapıya sahip değildi.
Ekonomi insan içindi, insan ekonomi için değildi. Peki, sonraları ne oldu?
Küresel
dünya piyasasında insanoğlu maddeyi kendi hizmetini görmesi için değil de ona
hizmet etmek için kendisini harcamaya başladı. Harcanması gereken para
olacakken insan kendisini harcar oldu. Başarılı olmanın sırrı mutlulukta saklı
iken sonraları bu sır paranın gizemli dünyasında kendisine yer buldu. İnsanoğlu
da bu sırrı bulmak için en değerli zamanını ve hayatını bunun için feda etmeye
başladı. Bu sırrı bulduğunu zannettiği zaman da bu sırrı bulmak için harcadığı
zamanını geri getiremedi, ancak kaybettiği sağlığını kurtarabilmek için
kazandığı paraları harcamaya başladı. Ama o zaman da iş işten çoktan geçmiş
oldu. “Her şey kendi çağında güzeldir.”
sözünün kıymetini tren kalkıp gittikten sonra anladı.
Dönüp kendi
hayatımıza baktığımız zaman bu acı durumu görmemek mümkün değil. Atadan babadan
kalan ve içinde büyüdüğümüz bahçeli, müstakil evler yerine beton yığınları
içerisinde bilmem kaç katlı ve kaç artı bir apartman dairelerinin içerisine
kendimizi hapsedip, bu esaretimizi on yıl boyunca ödeyeceğimiz kredilerle taçlandırır
olduk. Sonra da oturduğumuz apartmanın hiç kullanmadığımız havuzunun varlığıyla
hava atar olduk. On yıl boyunca ödediğimiz kredi bitince de üç artı bir evlerin
bize yetmediğinden şikâyet edip bir oda fazla olsun diye bir on yıl daha
ekonomiye hayatımızı ödünç verdik. Eskiyen (!) arabamızın modellerini
yükseltmenin faturasını bu konuya dâhil bile etmiyorum.
Velhasıl, dönüp geriye baktığımız zaman yanımızda götüremeyeceğimiz ve adı üstünde olan gayrimenkuller için hayatımızı feda edip hayatımız için harcamamız gereken ekonomi için hayatımızı harcadığımızı fark ettiğimiz zaman iş işten çoktan geçmiş olunca başımızı vurabilecek bir taş bulabilecek miyiz, yoksa o taş musalla taşı mı olacak?