Ekoloji, toplum ve siyaset
Siyaset,
salt iktidar olmak için yapılan
bir faaliyet değildir. Siyasetin, ortaya çıkan
sorunlar ışığında kendini yenilemesi ve
büyük insani sorunlar etrafında kendisini yeniden şekillendirmesi
gerekmektedir. Siyasetin merkeze alması
gereken konuların başında ekoloji gelmektedir. Her gün toprak, hava ve suyla
ilgili yeni sorunlarla karşılaşıyoruz. Soluduğumuz hava, içtiğimiz su ve
beslendiğimiz toprak, artık eskisi gibi değildir. Hava, su ve toprakla
ilişkimizin bozulması, aslında ekonominin, toplumun, siyasetin ve yaşamanın her
şeyin bozulması anlamına gelmektedir. Çevre her an tahrip edilmeye devam
ediliyor. Güç ve paraya sahip odaklar, sömürücü hırsları ve açgözlülükleri uğruna çevreyi tahrip etmektedirler. Çevreye
verilen zararlar ve yıkımlar yerel olmaktan çıkmış, evrensel boyutlara varmış
bulunmaktadır. Evrensel düzeyde yaşanan ekolojik kriz, insanın ve insanlığın sadece bugününü değil,
geleceğini de tehdit etmektedir. Ekolojik kriz, bir doğa ve toplum krizidir.
Toplumlar, ekolojiyi korumak ve devam
eden çevre tahribatını durdurmak için
harekete geçmek zorundadırlar. Toplum, siyaseti çevrenin korunması lehine harekete geçmeye zorlamadığı sürece siyasal aktörlerin
çevreyle olan ilgilerinin göstermelik beylik laflardan öteye geçmeyeceği
açıktır.
İnsan ve doğa arasındaki ilişki, günümüzde yıkıcı bir niteliktedir.
Endüstrileşmek, yerin üstünün ve altının birlikte verimsizleştirilmesine, yağmalanmasına ve
çoraklaştırılmasına neden olmuştur. Doğa çölleştirilmiştir. Modern insan,
doğayı sonsuza kadar bozmayı başarmıştır.
Doğayı tahrip ettiğinden dolayı ekonomik, sosyal ve siyasal krizler insanlığın
yakasını bırakmamaktadır. Doğayı tahrip etmekten başka bir işe yaramayan sanayi
ve teknolojiler, insanlığın gıda, sağlık ve
yaşama sorunlarını çözememektedir. Doğaya bağlılık yerine sanayi ve
teknolojiye bağımlılık, insanı
makinaların köleleri haline getirmiştir.Siyasetin güç ve menfaat için
yapılan yıkıcı bir savaşa dönüştürülmesi, tüketimin birey ve toplum için tek
nihai gaye ve faaliyet haline gelmesi, toplumun
içeriksiz bir formalizme mahkum olması,
şiddet ve fanatizmin yaygınlaşması,
ekolojik krizi derinleştiren ve
sürekli hale getiren önemli unsurlardır. Yerel, ulusal ve uluslararası düzeyde
kurulan emperyalist ve sömürü mekanizmaları,
doğayı tahrip eden ana nedendir.
Doğa konusunda pazarlık olmaz. Ekolojik
krizden orta yollu çözümlerle, göstermelik söylemlerle, sahte ağaç dikme
kampanyalarıyla çıkmak mümkün değildir.
Siyasal, ekonomik ve teknolojik
nedenlerle doğaya yapılan insan müdahalesi ve tahribatı durmalıdır. Ekolojik
kriz, insanlığın aciliyet arzeden en
önemli sorunudur. Ekolojik krizden çıkılmadan
ekonomik krizden, sağlık sorunlarından, geri kalmışlıktan kurtulmak da mümkün değildir.
Siyaset,
ekolojik krize duyarsız olduğu gibi, ekonomik sorunları da
çözememektedir. Dünyada siyasal
aktörlerin başarılı olduğu tek şey, ekolojik ve ekonomik krizleri yaratmaktır. Siyaset ekolojik cesarete sahip
olmadığı için enerji, istihdam ve tarım
alanlarında doğayı merkeze alan politikaları uygulayamamaktadır. Sömürüyü esas
alan odaklar tarafından kontrol edildiği ve yürütüldüğü için siyaset, doğaya
karşı duyarsız ve vahşi yaklaşmaktadır. Gelişme olarak nitelenmeyi hak eden tek şey, doğanın
korunmasıdır. Doğanın korunması dışında ortaya konulan her uygulama, gelişme olarak değil sömürme olarak nitelenmelidir.
Doğa, insanın sömürgesi değildir. Çevreyi
doğanın sömürgesi olarak kullanmak,
dünyayı insan için yaşanılabilir bir yer olmaktan çıkarmaktadır. Başka
bir gezegen ve doğa olmadığı gerçeğinden hareketle, siyasal ve sosyal hayat,
ekoloji merkez alınarak yeniden inşa edilmelidir. Ekoloji merkezli yeni sosyal
ve siyasal hayat tarzımızda, doğaya insan ihtiyaçlarını karşılama perspektifinden bakılmamalıdır. Biz
insanlar, doğal çevre içinde binlerce
türle ilişkileri olan ve onlarla birlikte varolan bir türüz. Kendimizi doğanın
üstünde ve merkezinde olarak değil,
doğanın içinde ve onun bir parçası
olduğumuz gerçeği ışığında yeni bir sosyal ve siyasal yapı oluşturmaya ihtiyaç vardır.