Ekmek Siyaseti
Ekmek parası sözü bizde çok kullanılır. Bu sözün etkileyiciliği çok yüksektir. İçinde fakirliği, çaresizliği ve mecburiyeti barındırdığı için bu sözün sahibine bir şey de denmez, denemez. İnsanın alın teriyle helalinden kazandığı ekmeğin lezzeti tarif edilemez. Ekmek kutsaldır. Şimdilerde bu söz siyasete girmiş gözüküyor. Ekmek için siyaset!
Siyasette aynı fikri, ideolojiyi ve davayı benimseyenler bir arada olur. Bizdeki siyasî gelenek böyle oluşmuştur. Merhum Erbakan ve Türkeş’e baktığımızda yakın çevrelerinde hemfikir oldukları “dava arkadaşları” vardır. Bu geleneği merhum Özal bozmuş ve daha liberal bir anlayışla çıkmıştır. Özal, merkez sağ görünümlü olsa da içinde liberal, sosyal demokrat ve milliyetçi isimleri de bulunduruyordu.
Siyasî mecramızda “renkli kişilikler” çoğalmaya başladı. Bu aktörler çoğaldıkça bunları seçenler de renkten renge girmeye başladılar. Önceleri ideoloji ve dava denirken, zamanla oluşan “kaymak tabaka” herkesin dikkatini çekmiştir. Şunu hemen açıkça söyleyelim: Bahsettiğimiz bu değişim 80’lerden bugüne böyledir. Yeni bir şeyden bahsetmeğimizi, bugünün konjonktürel yapısı olmadığını ifade edelim.
Ekmeğinin peşinde olan insana saygı gösterilir. Siyasetten nemalanarak, siyaseti bir fikir ve hizmet aracı olmaktan çıkarıp elde edilen gücü yeme içme haline dönüştüren bir kayış ve kopuş çok tehlikeli olur. ANAP’ın çöküşü böyledir.
Her şeye rağmen hiçbir taltif ve makamı hesaba katmadan siyaseti “dava” bilenler de az değildir. Zaten böyle fedakâr insanların omuzlarında yürür ve yükselir davalar. Böyleleri, ekmeğini siyasetin sağladığı imkânlardan sağlamaktan kaçınır. Hatta ekmeğini bölüşür, sofrasını herkese açar. Bu insanlar, kendisini tamamen davasına kaptırıp, çoluğunu çocuğunu ihmal edip varını yoğunu davasına harcar. Asıl dava adamları da bunlardır. Buradan kazanılan siyasî güç ve mevzi ülkeye fayda sağlar. Kazanılan ekmek helaldir, herkes de nasibini alır bu ekmekten.
Parti örgütlerinin alt kesimlerine baktığınızda hep birtakım vesilelerle orada bulunduklarını görürsünüz. İşe girmek ve daha iyi işte çalışma gibi beklentileri vardır. Özellikle yerel seçimlerde böyle talepler artar. Parti çalışanları da bu beklentilerle hareket ederler. Maalesef tüm parti tabanlarında bu vardır. Siyaset kapısı, bir şekilde ekmek kapısına dönüşür. Siyaseti bundan nasıl kurtarırız? Sanırım kurtaramayız!
1994’te İSKİ skandalıyla sarsılan İstanbul, R. Tayyip Erdoğan’ın liderliğinde güven, adâlet, hakkâniyet, şeffaflık ve eşitlik üzerine kurulu “hizmet belediyeciliği”ni başlattı. İstanbul’da kazanılan güven, ülke güvenini kazanmaya dönüşerek R. Tayyip Erdoğan’ı 2002’den bugüne yenilmez bir lider yapmıştır. Buna 94 ruhu denmişti.
Ekmeğini elde eden insan bu sefer de başka şeylerin peşine düşüyor. Biraz şuur kaybı ekleniyorsa ekmek bulundu, şimdi bol bol yemek lazım gibi anlayış türüyor. Bir de kör ideolojik saplantı hiçbir şeyi görmez. AK Parti, ne yaparsın yapsın bazı illerde kazanamıyor.
Siyasetin dinamiklerini görmeniz gerekir. 28 Şubat ile önü kesilmek istenen dinamizm 2002’de iktidar oldu. Astım nöbetleri geçirir gibi nefessiz kalan toplum, düşünce suçlarından mahkûm olan aydınlar, giyiminden ötürü dışlanan kadınlar, eğitim hakkı gasp edilen gençler… Buna sebep olanları bu toplum asla unutmayacaktır! Şimdilerde şirin gözükmeye çalışanlar, o dönemlerde toplumun büyük bir kesimini bir kaşık suda boğuyordu. Ekmeksiz kalacağımızı bilsek de bu fotoğrafı unutmayacağız! Çünkü özgürlük olmadan ekmek olmaz!
(Bu haftaki kitap önerimiz, M. Ali Köseoğlu’nun “Menteşe’deki Muğla” isimli kitabıdır.)