Dolar (USD)
35.18
Euro (EUR)
36.53
Gram Altın
2966.40
BIST 100
9724.5
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

EJER EĞİTİM KONGRESİNİN ARDINDAN\u2026

"Dijital Çağda Türkiye'nin Hazır Bulunuşluğu" adıyla bu yıl dördüncüsü düzenlenen Uluslararası EJER Eğitim Kongresinin açılışı Boğaziçi, Anadolu, Hacettepe ve Aksaray Üniversitesi dekanlarının yer aldığı bir panelle gerçekleştirildi. Şahsımdan önceki dekanların yaptığı konuşmalar üç aşağı beş yukarı zaten var olan konjonktürün içinden; aynı dünya görüşü, aynı paradigmalar, aynı epistem üzerinden yürütüldü. Benimse özetle söylediklerim şöyledir:

"Eğitim, sadece bir ülkenin değil, bütün insanlığın dönüşümünde birincil rolü üstlenen, fakat karmaşıklaşan günümüz dünyasında geçmişten çok daha önemli hale gelen bir alandır. Elbette, insanlık tarihi kadar eski bir geçmişe sahiptir. Aslında, doğumundan ölümüne kadar insanın dış dünyayla kurduğu ilişki, doğrudan onun yaşam kalitesini etkilediği için süreci ilk insandan başlatmak gerekmektedir. Mantığında şu vardır: İçine doğduğun bir dünya, geçirmen gereken bir ömür var. O dünyanın araçlarıyla bir şekilde ilişki kurman gerekiyor. Neyi, ne zaman, nasıl yapman gerektiğini öğrenmeye muhtaçsın; çünkü dış dünyayla kurduğun ilişkide yapacağın yanlışlar, doğrudan seni olumsuz etkileyecek. Öyleyse, dünyanın verili araçlarının mahiyetini, seninle olan ilişkisinin niteliğini, yani insan ile öteki insanlar ve eşya arasındaki grameri bilmen gerekiyor. Klasik dönemde, Kadim bilgelik çağlarında, dış dünya ile insan arasındaki ilişkinin birincil muharrik gücü akıldı ama aklın optik alanında yürek dururdu. Yürek, bu bakımdan, beynin dış çeperini kuşatan, onu dengeleyen, koruyan bir mahfaza rolü üstlenmekteydi. Bir anlamda, yürek her türden temasın sert zeminini yumuşatan, ona bir deri, bir dış yüzey bahşeden inceltici etkiye sahipti. Batı'nın Kadim bilgeliğe karşı ürettiği modernite ise yüzünü tamamen akla, sırtını yüreğe döndüğü için, bugün dünyada olup biten her şey yürek yoksunluğundan kaynaklı hastalıklarla dolu. Modernite, insanın dışına vurgu yaparak içini boşalttı. Yetinme duygusunu elinden aldı. Kapitale yapılan vurgu, sonsuz kazanma hırsı, yetinmeyi bilmemek ve sınırsız ilerleme içgüdüsü klasik kültürden getirilip temellük edilen ne denli zenginliğimiz varsa hepsini sildi süpürdü. Yüreğin yürürlükten kaldırıldığı rasyonelleşme çağında akıl geçer tek akçeye dönüştürdü ama orada da 'ratio' mu yoksa 'intellekt' mi önde olmalıdır sorusu hep havada kaldı. İşin doğrusu, Kadim bilgeliğin inançla beslediği insani öze uygun ve hulktan, yaratılıştan türetilmiş ahlak, yerini meslek temelli, tüketime odaklanmış, duygudan yalıtılmış mekanik bir etiğe bıraktı. Postmodern süreçte ise aşırı yüklemeden dolayı akıl kısa devre yaptı, dünya kocaman bir göze dönüştü. Sembolik olarak yüreğin ve beynin emrindeki göz, sahiplerine meydan okuyup bağımsızlığını ilan etti: Beyni ve yüreği devre dışı bırakan, tamamen yüzeye odaklı, bağlamından ve içeriğinden kopmuş bir organa dönüştü gözu2026 Bu panoptikon çağında, Amerika başta olmak üzere, Avrupa'nın şef ve gardiyan olduğu, öteki bütün milletlerin mahkum addedildiği büyük bir hapishanede yaşıyoruz artık ve her saniye gözetim altındayız. Postmodern bütün keşifler mahremiyeti ortadan kaldırmaya ayarlandığı için kaçıp sığınacağımız küçük bir karanlık nokta bile yok. Aydınlığın ortasında, çırılçıplak benliklerle dolaşıp duruyoruz. Kötülüğün bile şeffaflaşıp her şeye; en temiz, en dokunulmaz addedilen değerlere sirayet etmeye çalıştığı, garip bir akışkanlık halidir dijital çağ ve bu çağın bireyleri, kendilerine sorulmadan kim olduklarını, ne yaptıklarını, tam da o an nerede olduklarını söylüyorlar. Koordinatlarını dünyaya anında duyurma gereği duyuyorlar. Televizyonlar, bilgisayarlar, cep telefonları bir ifşaat aracı olarak insanın içini de görünür kılmanın, mahremiyet yıkımlarının ve sınır ihlallerinin etkin araçlarına dönüşmüş durumda. Cam egemen bir yeryüzü tasavvurunda bilinçler de camdan yüzeylerle kaplı olduğu için her deri, içindekileri, saniyesinde dışarı sızdırıyor. Şimdi, varılan noktada, sanki dünyanın tatlı suları hoyratça kullanılıp bitmiş de susuzluğumuzu deniz suyuyla gideriyormuşuzcasına ha bire 'istiyoruz'; sonsuz, sınırsız ihtiyaçlarımıza cevap arıyoruz; bulduğumuzda yeni arayışlara giriyoruz. Hız çağı, evde oturup sakince dinlenmeyi ayıp sayıyor. Kapısını kapatıp kafasını dinlemeyi günah sayıyor. Tuhaf biçimde, çevrimdışı olmak, lanetlenme, aforoz edilmek anlamına geliyor. İşte tam da bu nokta soracağımız soru şu, Türkiye maarif sisteminin soracağı soru şu: Bütün bunları gördükten sonra hala Batının belli merkezlerinden pompalanan bu sınırsız, hadsiz akışın parçası mı olacağız, üretilmiş olan insanlık dışı Batı medeniyetinin epistemini meşrulaştımanın aracı mı olacağız yoksa olduğundan daha güzel bir dünya inşa etmenin gramerini mi yaratacağız?.. Sadece bizi değil, dünyayı nasıl bir insanlık modeli kurtaracak? Olduğundan daha zeki bireylere mi ihtiyacımız var? Ama dünyanın her yerinde zekalar kıpır kıpır dolaşırken zulüm daha da artıyor. Olduğundan daha duygusal bir nesil mi oluşturacağız? Ama dünyada bu kadar adaletsizlik varken, duyguların peşinden gitmek bir şeyi değiştirmiyor. Olduğundan daha keskin gözlere sahip insanlara mı muhtacız? Ama artık gözlerimiz kemiğin içindeki iliği bile görüyor. Hayır, hayır, hayır, başa döneceğiz, insan özüneu2026 Hepsinin ve her şeyin dengeli dağıtıldığı, yerine göre kullanıldığı, hepsine ve her şeye doğasına göre sınır çizildiği, sınırların belli olduğu, 'hadlerin' bilindiği, bildirildiği, suların bulanmadığı, berrak çağlarau2026 Başka çaremiz yok. Yazık ki yok."