Ehliyet ve liyakatsizliğin bedeli…
Hayat verilmiş büyük bir nimet ve emanettir. “Mahkeme kadıya mülk değildir” atasözünün ifade ettiği gibi mal mülk, makamlar emanettir. Ömrün de bir ömrü olduğunu biliyoruz. Evet, her şeyin geçici olduğunu bilen kişi şükrün ve tefekkürün deva olduğunu da bilir.
Vatan sadece bir toprak
parçasından ibaret değildir,
emanettir. Vatan yurttur, yuvadır, anadır. Geçmişimiz ve geleceğimizdir. Uğrunda ölenlerin
emanetidir bize vatan. Bazı şehirler var ki vatan gibidir. İstanbul,
misyon ve kimliği itibariyle böyledir ve bir şehirden ötedir. İl il, ilçe ilçe saymaya gerek var mı? Türkiye, her karışı ile bize verilmiş büyük bir emanet
ve nimettir...
Hz. Ömer’den bir alıntı: “Ben devlet malından
nefsimi yetim malı derecesine indirdim, zengin olursam ondan kaçınırım, muhtaç olursam ihtiyacım kadar ondan yerim, zengin
olursan geri öderim.” Bu
hassasiyetimizdir ki işimizde devletin
mumu ile şahsi mumun ayırımını yaparız.
Gaye Allah’ın rızası ve kulun memnuniyetini kazanmaktır. Allah’ın rızası doğayı, ormanı,
toprağı, havayı, suyu özetle;
Allah’ın yarattığı her şeyi emanet ve nimet
bilmektir. Nimete şükür
ise Allah’a ibadet sayılmıştır.
Makamlar ve mevkiler
geçicidir. Ehliyet, liyakat ve dürüstlük kalıcıdır. Adalet ise bir işi istediğine değil, ehliyet ve liyakat sahibine
vermektir.
İstanbul bize Fatih’in emanetidir.
Bugünlerde
bu emanetin ehline verilmemesinin sıkıntısını yaşıyoruz. Barajlarda su
yok sen kalkıp musluk aparatını çözüm görüyorsun! Doğal afetlere boynumuz kıldan incedir ancak İstanbullu “Temel atmama
törenin”
bedelini
ağır ödüyor. İstanbul için tehlike çanları çalıyor! İmamoğlu, “Her şey güzel olacak...” dedi, İstanbul bir buçuk yılda hurdaya çıktı.
“Köyün birinde bir papaz
varmış ancak kader ve
dua anlayışı biraz farklıymış.
Bir gün yaşadığı köyde sel felaketi yaşanmış. Herkes köyü terk ediyormuş. Ama papaz bir türlü yerinden kımıldamıyormuş. Sonunda en yakın
arkadaşı arabasıyla gelip selenmiş, “Haydi arabaya atla, köyde kimse kalmadı, barajın kapakları patladı ve büyük sel olacak
haydi gel” demiş.
Ama papaz “Tanrı beni kurtarır sen git” demiş.
Sonra sular yükselmeye başlamış, yardıma gelen bir arabayı
ve onun ardından gelen kayığı da reddetmiş. Yine “Tanrı beni kurtarır” diyerek
istememiş.
Sular o kadar artmıştı ki, papaz evin bacasına çıkmış ve yardıma gelen bir
helikopteri de aynı şekilde geri çevirmiş. Sonra da boğularak ölmüş.
Tanrı katına yükselince sormuş: “Tanrım sana güvenmiştim, niçin benim dualarımı kabul edip beni kurtarmadın”
diye sitem etmiş.
Karşılığında şu cevap gelmiş: “Denedim hem de çok denedim, önce
sana arabasıyla
komşunu gönderdim.
Sonra ardından
kayık gönderdim.
Ama sen kabul etmedin. En sonunda helikopter gönderdim ama onu da kabul
etmedin. ”
Eminim siz de benim gibi düşünüyorsunuzdur…
İstanbul’un bu felaketi yaşayacağı
belliydi. “Temel atmama töreni” inadı
ile felaket işaretleri önceden
geldi. Eğer İmamoğlu’nun
inadı devam ederse “Hazırın arkası tez gelir” ve İstanbul biter çünkü İBB Başkanı çözümden çok polemik ve sorun üretiyor. En son İBB’nin düzenlediği Şeb-i Arus törenlerinde ezanın ve Kur’an’dan ayetlerin Türkçe okutulması ile tek parti döneminin hatırlatıldığını biliyorsunuz.
Boş laflarla peynir ekmek gemisinin yürümeyeceği gibi işlerin de el ucuyla
tutmakla başarılamayacağı çok net görüldü. İstanbul azıya alınmış büyük
gemiler gibi liyakatsizliğin
bedelini ağır ödüyor. İstanbul, İstanbul olalı böyle iş bilmezini görmemişti.
Evet, niyeti halis olmayanın akıbeti hayır olmaz. Yine
eskiler der ki “kirli elden temiz iş çıkmaz.” Bunların hepsini İstanbul bugünkü yönetim
zamanında gördü.
Hırsın, ihtirasın ve liyakatsizliğin bedelinin ağır
olacağı ta başından belli olmuştu.