Dolar (USD)
34.54
Euro (EUR)
35.99
Gram Altın
3010.47
BIST 100
9549.89
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE
21 Eylül 2021

Ehli Hal Şimdi Muhal

Sabri Hoca, geçtiğimiz hafta emekli edebiyat öğretmeni Adil Saraç Hoca’ya vefa ziyaretine gittiydi. Giderken de emekli din kültürü Hocası Mahmut Karakaş Hocayı da götürmüştü. Aslında Sabri Hocanın amacı hem Mahmut Hoca’yı hem de Adil Hocayı ziyaret etmekti. Dile kolay iki yıldır dünyadan kopuk, dostlardan kopuk buhranlı bir hayatın içinde bocalıyordu.

Sabri Hoca’nın bahsettiği bu hocalar, sadece emekli olmaları değil kültür, tarih, edebiyat ve maneviyat alanında verdiği eserler; yetiştirdiği talebeler ile de mühim insanlardı. Resmiyette emekli ama halen kitap yazan, makale yazan, şiir yazan tarafları devam ediyordu bu hocaların. Bunun yanında sosyal hayatın da içinde fakir fukaraya yardıma koşan tarafları da vardı.

Sabri Hoca, Taçkıran salgını sonrası aşılarını yapmanın salahiyetiyle bu ziyaretini gerçekleştiriyordu. Gerçi düzlüğe çıkarken çığ düşme korkusunu da yaşıyordu Sabri Hoca. Bütün salgın boyunca hasta olmadın da şimdi mi hasta oldun, diyecekler de çıkabilirdi. Hoca, bunu diyecekler için değil kendisi için tedbirini alıyordu elbet.

İlim ve irfan ziyaretinde; ilimden, edebiyattan, Dîn-i Mübîn-i İslâm’dan dem vurulacaktı. Şair Nâbî’nin beyitlerinden, Dede Efendi’nin nağmelerine; Galata Mevlevihane’sinden Urfa Mevlevihane’sine doğru rast makamında bir yolculuk yapılacaktı bu ziyarette.

Yolculuk başlamış, Sabri Hoca arabasıyla on dakika sonra Mahmut Hocanın evinin önündeydi. Hoca da karşı yola geçmiş onu bekliyordu. Telefon açıp geldiğini bildiren Sabri Hoca, kıymetli hocasını yolun karşısında görünce arabadan indi ve ona seslendi. Sabri Hoca, kıymetli hocasından sonra arabaya binmişti. Ne de olsa bu bir nezaketti. Arabada Arap atlar yakın eyler ırağı türküsü çalıyordu. Şimdi Arap atı yok ve arabayla onlar, on dakika sonra gidecekleri menzile varmışlardı.

Onları restore edilmiş eski bir Urfa evi karşılamıştı. Bu ev, bütün bir heybeti, ihtişamı, inancı ve mahremiyeti kendinde barındıran avlu kapısıyla onların karşısındaydı. Bir dergâh evi değildi bu ev. Ama belli ki devletlu birinden kalma sağlam bir evdi. Atasözüne, darb-ı mesele konu olmuş bu avlu kapısı, tokmaklarıyla da Sabri Hoca’yı ve onun hocası emekli din kültürü hocasını büyülemişti. Urfa insanının nazarından geçirilen bir hayatın tecrübesiydi bu kapı tokmakları. Tok ses çıkaran tokmak; erkekler için, tiz ses çıkaran tokmak da kadınlar için yapılmıştı. Belki çocuklar için de bir tokmak vardı da kopmuştu, kapıda yoktu.

Ecdad o kadar hassas düşünmüş ki neden çocuklar da düşünülmesin bu evde. Sadece çocuklar mı? Kuşlar, sokak hayvanları hatta yabani hayvanları bile düşünen bir medeniyetin imbiğinden süzülmüştü bu ev. Sabri Hoca, daha önce Urfa kapı tokmakları adlı bir makale okumuştu. O makaleden hatırlıyordu bu bilgileri. Gerçi birazdan ziyaret edeceği emekli edebiyat hocası Adil Saraç’ın da yürüyen bir Urfa ansiklopedisi olduğunu biliyordu. Okuduğu makalenin de dipnotlarının hep Adil Saraç hocaya dayandığını biliyordu.

Sabri Hoca, Mahmut Karakaş Hoca ile kapı tokmağını vurmuş ve içeriye buyrulmuşlardı. Vakit ikindiye yakındı. Mahmut Hoca, daha önce getirdiği şiir dosyası ile birlikte yeni getirdiği şiirlerini de Adil Hoca’ya sunmuştu. Hem aruz hem de hece ile yazdığı bir şiiri beğenilmişti Mahmut Hoca’nın.

“Elde yok bir tane amma bizde bin divâne vardır

Ceddimizden bize miras hayli çok virâne vardır.”

Tabi bu şiirin “vardır” redifi heceye uygundu. Diğer “var” redifi de aruza uygundu. Sabri hoca galiba âruza veda babında heceyle yazılan “vardır” redifli şiiri daha çok beğenmiş ve benimsemişti.

Şiirin son beyti de şöyle idi.

“Der Nebih yâr ile vuslat ne zamandır âceba

Nâr-ı aşka cân atan çün bir garip pervâne vardır.

Sabri Hoca’nın beğendiği bu şiiri Adil Hoca da beğenmişti. Sabri Hoca, merakından sormuştu “Nebih ismini mahlas olarak nerden aldınız efendim.”

Cevabı ilginç idi bu mahlasın…

Mahmut Karakaş Hocanın merhum annesi, Urfa’da Bediüzzaman mezarlığının batı tarafında bulunan Nebih Efendi türbesini mutad zamanlarda ziyaret edermiş. Orada el açıp “Ey Allah’ım! Eğer bir oğlum olursa bu türbede yatmakta olan sevgili kulun Nebih efendinin ismini vereceğim.“ şeklinde dua edermiş. Annesinin erkek evlat dileği yerine gelmiş ama Mahmut Hocanın babası, oğluna amcasının ismi olan “Mahmut” ismini vermişti. Gel zaman, git zaman Mahmut Hoca, şiir gibi ince ve kibar bir sanatla tanışınca orada mahlas isim olarak merhum anacığının bu isteğini de yerine getirmişti.

Not: Bir sonraki yazımızda devam edeceğiz.