Ehli Hal Şimdi Muhal
Sabri Hoca, geçtiğimiz hafta emekli edebiyat
öğretmeni Adil Saraç Hoca’ya vefa ziyaretine gittiydi. Giderken de emekli din
kültürü Hocası Mahmut Karakaş Hocayı da götürmüştü. Aslında Sabri Hocanın amacı
hem Mahmut Hoca’yı hem de Adil Hocayı ziyaret etmekti. Dile kolay iki yıldır dünyadan
kopuk, dostlardan kopuk buhranlı bir hayatın içinde bocalıyordu.
Sabri Hoca’nın bahsettiği bu hocalar, sadece
emekli olmaları değil kültür, tarih, edebiyat ve maneviyat alanında verdiği
eserler; yetiştirdiği talebeler ile de mühim insanlardı. Resmiyette emekli ama halen kitap yazan,
makale yazan, şiir yazan tarafları devam ediyordu bu hocaların. Bunun yanında
sosyal hayatın da içinde fakir fukaraya yardıma koşan tarafları da vardı.
Sabri
Hoca, Taçkıran salgını sonrası aşılarını yapmanın salahiyetiyle bu ziyaretini
gerçekleştiriyordu. Gerçi düzlüğe çıkarken çığ düşme korkusunu da yaşıyordu
Sabri Hoca. Bütün salgın boyunca hasta olmadın da şimdi mi hasta oldun,
diyecekler de çıkabilirdi. Hoca, bunu diyecekler için değil kendisi için
tedbirini alıyordu elbet.
İlim ve irfan ziyaretinde; ilimden, edebiyattan,
Dîn-i Mübîn-i İslâm’dan dem vurulacaktı. Şair Nâbî’nin beyitlerinden, Dede
Efendi’nin nağmelerine; Galata Mevlevihane’sinden Urfa Mevlevihane’sine doğru
rast makamında bir yolculuk yapılacaktı bu ziyarette.
Yolculuk başlamış, Sabri Hoca arabasıyla on
dakika sonra Mahmut Hocanın evinin önündeydi. Hoca da karşı yola geçmiş onu
bekliyordu. Telefon açıp geldiğini bildiren Sabri Hoca, kıymetli hocasını yolun
karşısında görünce arabadan indi ve ona seslendi. Sabri Hoca, kıymetli
hocasından sonra arabaya binmişti. Ne de olsa bu bir nezaketti. Arabada Arap
atlar yakın eyler ırağı türküsü çalıyordu. Şimdi Arap atı yok ve arabayla
onlar, on dakika sonra gidecekleri menzile varmışlardı.
Onları restore edilmiş eski bir Urfa evi
karşılamıştı. Bu ev, bütün bir heybeti, ihtişamı, inancı ve mahremiyeti
kendinde barındıran avlu kapısıyla onların karşısındaydı. Bir dergâh evi
değildi bu ev. Ama belli ki devletlu birinden kalma
sağlam bir evdi. Atasözüne, darb-ı mesele konu olmuş bu avlu kapısı,
tokmaklarıyla da Sabri Hoca’yı ve onun hocası emekli din kültürü hocasını
büyülemişti. Urfa insanının nazarından geçirilen bir hayatın tecrübesiydi bu kapı
tokmakları. Tok ses çıkaran tokmak; erkekler için, tiz ses çıkaran tokmak da
kadınlar için yapılmıştı. Belki çocuklar için de bir tokmak vardı da kopmuştu,
kapıda yoktu.
Ecdad o kadar hassas düşünmüş ki neden çocuklar
da düşünülmesin bu evde. Sadece çocuklar mı? Kuşlar, sokak hayvanları hatta
yabani hayvanları bile düşünen bir medeniyetin imbiğinden süzülmüştü bu ev. Sabri
Hoca, daha önce Urfa kapı tokmakları adlı bir makale okumuştu. O makaleden
hatırlıyordu bu bilgileri. Gerçi birazdan ziyaret edeceği emekli edebiyat
hocası Adil Saraç’ın da yürüyen bir Urfa ansiklopedisi olduğunu biliyordu.
Okuduğu makalenin de dipnotlarının hep Adil Saraç hocaya dayandığını biliyordu.
Sabri Hoca, Mahmut Karakaş Hoca ile kapı
tokmağını vurmuş ve içeriye buyrulmuşlardı. Vakit ikindiye yakındı. Mahmut Hoca,
daha önce getirdiği şiir dosyası ile birlikte yeni getirdiği şiirlerini de Adil
Hoca’ya sunmuştu. Hem aruz hem de hece ile yazdığı bir şiiri beğenilmişti Mahmut
Hoca’nın.
“Elde yok bir tane amma bizde bin divâne vardır
Ceddimizden
bize miras hayli çok virâne vardır.”
Tabi bu şiirin “vardır” redifi heceye uygundu. Diğer
“var” redifi de aruza uygundu. Sabri hoca galiba âruza veda babında heceyle
yazılan “vardır” redifli şiiri daha çok beğenmiş ve benimsemişti.
Şiirin son beyti de şöyle idi.
“Der Nebih yâr ile vuslat ne zamandır âceba
Nâr-ı
aşka cân atan çün bir garip pervâne vardır.
Sabri Hoca’nın beğendiği bu şiiri Adil Hoca da
beğenmişti. Sabri Hoca, merakından
sormuştu “Nebih ismini mahlas olarak nerden aldınız efendim.”
Cevabı
ilginç idi bu mahlasın…
Mahmut Karakaş Hocanın merhum annesi, Urfa’da Bediüzzaman mezarlığının batı tarafında bulunan Nebih Efendi türbesini mutad zamanlarda ziyaret edermiş. Orada el açıp “Ey Allah’ım! Eğer bir oğlum olursa bu türbede yatmakta olan sevgili kulun Nebih efendinin ismini vereceğim.“ şeklinde dua edermiş. Annesinin erkek evlat dileği yerine gelmiş ama Mahmut Hocanın babası, oğluna amcasının ismi olan “Mahmut” ismini vermişti. Gel zaman, git zaman Mahmut Hoca, şiir gibi ince ve kibar bir sanatla tanışınca orada mahlas isim olarak merhum anacığının bu isteğini de yerine getirmişti.
Not: Bir sonraki yazımızda devam edeceğiz.