Ehl'i Beyt istismarı (2)
Bu yazının daha iyi anlaşılması için birinci kısmının da okunması gerekir. Kaldığımız yerden devam:
Burada
şöyle bir soru sorulabilir: Âl-i Aba hadisi olarak meşhur olan bir hadiste Hz.
Peygamber’in Hz. Ali, Hz. Fatıma, Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin’i ehl-i beyt olarak
tavsif edip onlara dua ettiği bilinmektedir. Bu durumu ayetin delaletiyle telif
etmek mümkün müdür?
Öncelikle
belirtmek gerekir ki dinî tasavvurda her zaman ilk söz Kur’ân’a aittir.
Öncelikle onun delaletini esas almak gerekir. Kur’ân’ın delaletini gölgede
bırakacak hiçbir yaklaşım kabul edilemez. Konuya dair hadislerin öncelikle
senet açısından incelenmesi gerekir. Senet bakımından sahih olan hadislerin
Kur’ân’la ve Kur’ânî delaletle çelişmeyecek ve Kur’ânî delaleti gölgede
bırakmayacak şekilde yorumlanması lazımdır. Âl-i Aba hadisinin değişik
versiyonları bulunmaktadır. Bu versiyonlardan bazıları, ayetlerle uyumlu
bazıları ise ayetlerin delaletine aykırı bir ima taşımaktadır. Başka bir
ifadeyle bazılarında Peygamber eşlerinin Ehl-i Beyt olmadığı ima edilmektedir.
Bu içeriğin -Kur’ân’ın sarih delaletiyle çeliştiği için- itibara alınması ve
Kur’ânî delaletin üstüne çıkarılması mümkün değildir.
Geriye
Kur’ân’la uyumlu olarak yorumlanabilecek hadisler kalmaktadır. Peki, söz konusu
hadisleri nasıl anlamak gerekir. Bu konuda İbn Aşûr şunları kaydetmektedir:
“Ayetteki Ehl-i Beyt’ten maksat Peygamber zevceleridir. Zira hitap onlara
yöneliktir. Aynı şekilde Ehl-i Beyt ifadesinden önceki ve sonraki ayetlerdeki
hitap da Peygamber zevcelerine yöneliktir. Bu, hiç kimsenin şüphe duyamayacağı
bir husustur. Ashab-ı kiram ve tabiîn de ayetin Peygamber zevceleri hakkında
nazil olduğunu belirtmiş ve ayetteki Ehl-i Beyt ifadesinden Peygamber
hanımlarını anlamışlardır…
Müslim,
Sahihinde Hz. Aişe’den şöyle rivayet ediyor: Allah Rasûlü üzerinde dikişsiz bir
elbise olduğu halde evden çıktı. Hasan yanına geldi, onu elbisesinin altına
aldı. Sonra Hüseyin geldi, onu da aldı. Sonra Fatıma geldi, onu da aldı sonra
Ali geldi, onu da elbisenin altına aldı. Sonra şu ayeti okudu: Ey Peygamber’in
ev halkı (Ehle’l-Beyt)! Allah sizden kirliliği gidermek ve sizi tertemiz kılmak
istiyor. (Ahzab-33) Bu rivayetten çıkan mana şudur: Allah Rasûlü, harem bölgesi
olma konusunda Mediney’i Mekke’ye ilhak ettiği gibi Abâ Ehlini bu ayetin
hükmüne ilhak edip ehl-i beyt kapsamına almıştır.” Başka bir ifadeyle Hz.
Peygamber, kirden arınmak ve tertemiz olmak konusunda Abâ Ehlini de Ezvâc-ı
Tahiratın hükmüne ortak kılmıştır. Binaenaleyh Peygamberin zevceleri ayetin
açık ifadesiyle Ehl-i Beyttendir. Hz. Fatıma, iki oğlu ve eşi ise Hz.
Peygamber’in duasıyla ayette geçen Ehl-i Beyte dâhil edilmişlerdir.
Peygamber’in
ev halkı (ehl-i beyti) denildiğinde öncelikle hanımları anlaşıldığı ve bu husus
ayetle sabit olduğu için al-i aba hadisinde Peygamber zevcelerinden ayrıca söz
edilmemiştir. Zira ayette geçen ehl-i beyt ifadesi hem bağlam hem de lügavî
delaletiyle peygamber hanımlarını açıkça ifade ettiği için buna gerek
duyulmamıştır. Ayetteki açık delalete rağmen böyle bir şeyden söz edilmesi
tahsil-i hâsıl olurdu bu da anlamsızdır. Buna karşın Hz. Peygamber’in damadı,
kızı ve torunlarının ehli beyt’ten olduğu ayetten anlaşılan bir şey olmadığı
için Allah Rasulü onların da bu kapsama girmesi için duada bulunmuştur. Bu
durum, bir bakıma Hz. Peygamber'in “harem bölgesi” olma konusunda Medine'yi
Mekke'ye ilhak etmesine benzer. Bir hadis-i şerifte şöyle buyrulmaktadır: “Muhakkak
ki İbrahim Mekke’yi harem bölge ilan edip ehline dua etti. O, Mekke’yi harem
bölge ilan ettiği gibi ben de Medine’yi harem bölge ilan edip oranın sa’ ve
müddünün bereketi için dua ettim.” (Buhari, Muslim)
Yeri
gelmişken zaman zaman karşılaştığımız bir vehme değinmek istiyorum: Mü'minlerin
annelerini Ehl-i Beyt kavramı dışına çıkarmak isteyen Şia kaynakları, genelde
şöyle bir gerekçeye yer vermektedir. Ahzab sûresindeki “Ey Peygamber'in ev
halkı (Ehl-i Beyt) Allah sizden kirliliği gidermek ve sizi tertemiz kılmak
istiyor.” ayetinde geçen “ankum” ve “yutahirrekum” kelimelerinde müzekker
zamiri kullanılmıştır. Bu da Peygamber hanımlarının Ehl-i Beyt'e dâhil
olmadığını göstermektedir."
Bu iddia
orta seviyede nahiv ve belagat bilgisine sahip olanlar açısından ciddiye
alınamayacak bir iddiadır. Bilindiği üzere Arapçada mana itibariyle müennes
olduğu halde lafız bakımından müzekker olan kelimeler vardır. Ehl ve ehl-i beyt
kelimeleri de bu türden kelimelerdir. Başka bir ifadeyle Ehl-i beyt kelimesi
mana olarak kişinin hanımını/hanımlarını ifade etse de lafız olarak müzekker
bir kelimedir. Bundan dolayı Kur'ân'da Hz. İbrahim ile Hz. Mûsâ'nın hanımları
ve Hz. Mûsâ'nın annesi için ehl ve ehl-i beyt kelimeleri kullanıldığında
müzekker zamirler kullanılmıştır. Bkz. Hud, 69-73; Kasas, 12-13; Taha, 10
Netice
itibariyle diğer konularda olduğu gibi tarih boyunca tartışma konusu olmuş
ehl-i beyt kavramı konusunda da bizi doğruya iletecek imkânlara sahibiz.
“Şüphesiz ki bu Kur’ân en doğru yola iletir” ayetinde belirtildiği gibi
Kur’ân’ın delaleti hakk ve hakikat talibi olanlara konuyu hiçbir kapalılığa yer
bırakmayacak şekilde ortaya koymaktadır. Konuya dair rivayetlere gelince bu
rivayetlerden Kur’ân’ın delaletiyle uyumlu olanı alıp Kur’ânî delaleti gölgede
bırakmayacak şekilde yorumlamak gerekmektedir. Aksi takdirde Kur’ân’ın
muhkematını bırakıp eğri yola sülûk etmiş oluruz. Bu ise Kur’ânî ifadeyle
belirtmek gerekirse ilim erbabının değil kalbinde sapma bulunanların vasfıdır
(Bkz. Al-i İmran, 7).
Hâsılı,
Kur’an ve sahih Sünnetten hareketle konuya baktığımızda Ehl-i Beyt kavramının
öncelikle Peygamber zevcelerine ait bir vasıf olduğu ancak Nebevî dua sayesinde
Hz. Ali, Hz. Fatıma (ra) ve evlatlarının buna dâhil edildiği anlaşılmaktadır.
Fakat yakın ve uzak tarihe baktığımızda Şia’nın ve onun etkisinde kalan
çevrelerin genelde Ehl-i Beyt derken sadece Hz. Ali ve evlatlarını alıp Peygamber
zevcelerini kapsam dışında tuttuğunu görmekteyiz. Hatta kapsam dışında tutmakla
yetinmeyip Kur’an’da mü’minlerin anneleri olarak nitelendirilen (Ahzab-6) bu şahsiyetleri karalamaya çalıştıklarını müşahede
etmekteyiz. Örnek olarak Şia’nın Hz. Aişe hakkındaki tezyiflerini
hatırlayabiliriz. İşin ilginç tarafı Hz. Ali ve evlatlarının (radiyallahu
anhum) Ehl-i Beyt’ten olduğunu anlatan Âl-i Aba hadisinin en sağlam varyantları
Hz. Aişe’den geldiği halde onun Hz. Ali ve ailesine husumetle itham
edilmesidir. Daha ilginç olanı ise bizzat Ehl-i Beyt’ten olan Hz. Aişe’nin,
Şiilerce Ehl-i Beyte muhabbet gerekçesiyle karalanmasıdır! Doğrusu Ehl-i Beyt
ve onların gerçek mensupları bütün bu şenaatlerden beridir. Hz. Peygamber’e
gerçek manada muhabbet besleyen hiçbir Müslüman onun ailesine ve bu cümleden
olarak eşlerine dil uzatamaz. Hz. Peygamber’i hakkıyla takdir eden hiçbir mümin
başta Kur’an olmak üzere bütün kutsal kitaplarda övgüyle anılan ashab-ı kiramı,
Ensar ve Muhacirûnu yeremez (Bkz. Tevbe-100; Hadid, 10; Fetih, 29). Kur’an’a
muhalif bir akideyi Ehl-i Beyt’e yamamak ya da Ehl-i Beyt üzerinden batıl
mezheplere nüfuz alanları açmaya çalışmak her şeyden önce Ehl-i Beyt’e
iftiradır ve büyük bir zulümdür. Bunların hiçbiri Ehl-i Beyt hassasiyeti ya da
Ehl-i Beyt muhabbetiyle telif edilemez. Bu olsa olsa Kur’an karşıtlığı ya da
Kur’an’ın muhkematına rağmen farklı bir dini tasavvur oluşturma gayreti olarak
telakki edilebilir. (Dr. Metin Yiğit Dicle ünv. İlahiyat Fak. Öğretim
Üyesi)