Egolar, Nefisler ve Ateşler
Günlük hayatımızda sıkça
kullanırız: “Egosu güçlü, egosunu tatmin ediyor, egosuyla başa çıkmak zor”
gibi… Kelime Freud’dan bize mirastır ve o gün bugündür hayatımızın vazgeçilmez
ifade araçlarından biri. Haklı olarak Freud mealen şöyle diyordu: İnsan da
tıpkı diğer canlılar ve hatta dünya gibi katman katmandır, iç, orta ve yüzey
tabakalardan oluşur. Hem bedeni hem de ruhunun görünen ve görünmeyen kısımları
vardır ve görünen kısım görünmeyenden destek alır, ondan izler taşır, bazen de
onun sözcülüğünü yapar. İçerideki rahatsızlıkları da sıhhat alametlerini de
deri yüzeye taşır, dışarıya aksettirir. Birinin yüzüne baktığımızda onun nasıl
bir ruh hali içinde bulunduğunu tahmin ederiz. Beden, bu yönüyle duyguların
aynasıdır ve çoğu zaman bir ayna olarak dudaklarımızdan dökülen kelimelerden
çok daha netlikle ruhumuzun sözcülüğünü yapar. Hatta denebilir ki söz yalan
söyler ama insan yüzü bunu gizlemeyi başaramaz.
Yetinmedi, ruhumuzun da
katmanları olduğunu söyledi ruh bilim üstadı: Tıpkı beden gibi onun da en azından
üç katmanı bulunduğuna dikkat çekti: En derinlerdeki id, yani çekirdek bölüm,
(enerji alanı) onun hemen üzerindeki ego (geçiş bölgesi), yani orta katman ve
yüzeydeki süper ego (eylem alanı), yani ruhun dışarıya açılan gözü, penceresi…
Kemik iliğinin karşılığı olarak id de ruhumuzun merkezinde yer almakta, yanıp
kavrulmakta, sürekli hareket etmekte ve ruhun besini olan enerjiyi
üretmektedir. Ruhun sıcaklığı orada yanıp duran ve asla sönmeyen ateşten
kaynaklanmaktadır. O ateşi egoya ulaştırmakta, ego da onu belli bir kıvama
dönüştürerek süper egoya, yani dış dünyaya, başka insanların, inancın, ahlakın,
estetiğin de yer aldığı değerler alanına iletmektedir. Böylece ruhun
derinlerindeki lav, ısısı düşerek bilincin yüzeyine ulaşmakta, orada zararsız
hale getirilip insanlıkla temas kurmanın nesnesine dönüşmektedir. Freud der ki
burada “ego”nun temel görevi uzlaşmacılıktır. Derin ile yüzey arasındaki bağı
tesis etmek, bu ikisi arasında çıkması muhtemel çatışmayı önlemektir. Derin ile
yüzey, çekirdek ile kabuk, merkez ile taşra arasında arabuluculuk işlevi
üstlenen “ego” bir anlamda ombudsmanlık işi yapar.
İşini düzgün yapabilmesi
için egonun güçlü olması gerekir. Ego ne kadar güçlü ise denetim görevini o
derece layıkıyla yapar, içeride olup bitenlerin dışarı sızmasını gerektiği
biçimde engeller. Egonun şişirilmesi, güçlendirilmesi aynı zamanda içimiz ile
dışımız arasındaki mutlak farkı kapatmanın, içimizi dışımıza uydurmanın,
dolayısıyla olduğumuz gibi değil de olmamız gerektiği gibi görünmenin
garantisini sağlamamız demektir. Çünkü ego zayıfladıkça içerideki ateş her an
dışarı sızabilir. Rüyalarımızdaki tuhaf görüntüler ile yorgunluk anındaki dil
sürçmelerimizin sebebi egomuzun uykuda olması veya kuvvetten düşmesidir ki
burada içimizdeki gerçek niyet bizi şaşırtacak derecede kaba ve çıplak görüntüsüyle
dışarı fırlar ve bizi mahcup eder. Neden? Çünkü içimiz ile dışımız birbirinden
parsel parsel ayrılınca niyetlerimiz ile eylemlerimiz arasına da mesafe girdi
ve niyetler derinin altında insanın kendine ve başkalarının başına çorap örmeyi
kolaylaştırdı. Ego güçlendikçe korunak artar, korunak arttıkça ruhun
gerisindeki hareketlilik özünden uzaklaşır, kötülük temerküzüne başlar. En
büyük ihanetlerin en güçlü egolardan fışkırmasının sebeplerinden biri budur.
Artık günümüzde egolarımızın gücü sayesinde öfkelerimiz, hırslarımız,
hınçlarımız, düşmanlıklarımız, kıskançlıklarımız rahatlıkla kontrol altına alınabiliyor,
sevk ve idare edilebiliyor, yumuşatılarak zarif ihanetlere dönüştürülebiliyor
ve biz bunu modern çağın sosyal bilimlerinin gelişmesine, kişisel gelişim
kitaplarına, öfke kontrollerine borçluyuz. Kişisel gelişim kitapları kişinin
gelişiminden ziyade gelişmiş, kabarmış egoların patlayarak çevreye cerahat
saçmasının makul hale getirilmesi stratejisinden başka bir şey değildir.
Elbet Latincede ego
ortalıkta bunca ortalıkta dolaşırken Doğu da uyumadı; onun da egoyu
karşılayacak bir kelimesi var: Nefs… Bir anlamda insanın dış dünyayla kurduğu
temasta derinlerdeki benliğine vurgu yapan bu kelime güncel yaşamda da “nefsine
uydu, nefsinin peşinden gitti, nefsine yenildi” gibi anlamlar ile kullanılır ve
ego ile özdeşleştirilir. Çünkü aynı zamanda kelime “nefsini tuttu, nefsini
terbiye etti” biçimiyle de bir kontrol mekanizması işlevi de üstlenmişti.
Kelimenin gerçek hali ise “nefisli insandı” cümlesinde kendini gösterir.
Nefisli insan, karakterli insan anlamına denk gelmektedir. İçi ile dışı bir,
mert, gözünü budaktan sakınmayan, cesur, ahlaklı ve aynı zamanda karakter
sahibi... Egonun güçlenmesi böylece nefs üzerinden bir karakter inşa ederken,
ego üzerinden bir benlik ve bencillik alanı inşa etmiş olmaktadır. Ego insanın
içinde olup biten kötülüklerin temerküz merkezi, şiştikçe çevresine ateş
dağıtan bir genel kötülük mağması olmaktadır. Egonun çökmesi nasıl ki benlik
kayboluşunu işaret ediyorsa onun kabarıp şişmesi de benliğin öteki her şeyi yok
edecek bir aleve dönüşmesini imliyor. Artık günümüzde nefsini çayıra salmış,
egosu tavana vurmuş, her nefeste ateş üfleyen dikenli egolarıyla dünyayı
cehenneme çeviren sayısız insan kalıntısıyla dünya geçmişte olduğundan çok daha
sıcak. Bu kadar şişmiş ego patlamaları arasından merhametin yol bulup kendine
bir alan açması neredeyse mümkün değil. Bu haliyle ego artık derinlerde yatan
özün dışarıya makul biçimde taşınıp eyleme dönüşmesinin aracı değil, içerideki
ateşi daha da harlandırarak bulunduğu çevreyi ateşe vermenin muharrik gücü
görünümünde. Varılan noktada ego deyince anlamamız gereken tek şey,
Baudrillard’ın deyişiyle Tanrı’nın yasalarını yıkmak için ortalığa salıverilmiş
bir şeytani içgüdüdür ki en çok yaktığı, yok ettiği tarafımız dışarı çıkmak
için sırasını bekleyen merhametin ta kendisidir.
Ve ego dahil, merhameti
susturan her şeyin sesi tek bir yankı üretir: Yakın!.. Ego, çağdaş bir yanma ve
yakma biçiminden başka bir şey değildir. Ve bedenin çırası yürektir ve benlik
önce yürekten ateş alır.