Eğitimin sosyo-politiği
İnsanın eğitimi
meselesi elbette kadim zamanlardan bu yana üzerinde durulan bir konudur. Fakat
günümüzde eğitim modern içeriklere eşlik eden tarihsel ve sosyolojik koşullarla
birlikte bugünkü formunu ve mentalitesini kazanmıştır.
Fakat bugün
dünya ölçeğinde eğitime ve onun içeriklerine bakıldığında, ortaya çıkan tek bir
metafizik var: “Tüketici bireyler yetiştirmek.” Belki bu iddiamı biraz abartılı
ve hatta aşırı bir yorum olarak görenler olacaktır. Yalnız tüketim kültürünün
belirleyici olduğu bir dünyada hem insanın tükettiği hem de insanı tüketen
yaşam biçimi daha dikkatli bakıldığında görülebilecektir. Bu sebeple temel
sorunumuzun bu mentaliteyi aşmak olduğunu düşünmekteyim.
Modern zamanlar
“cemaat”in parçalanarak “birey”in ortaya çıktığı geniş bir süreç ve zaman
dilimidir. Bu aynı zamanda imparatorluklardan Modern ulus-devletlere geçişin de
gerçekleştiği bir dönemdir. Ulus-devlet bizzat kendisini “büyük bir cemaat”
olarak konumlandırsa da, birey modernizmin olmazsa olmazı olarak uç vermeye
başlamıştır. Bu süreçte en temel problem aynı toplumda yaşayan bireylerin nasıl
birarada tutulabileceği üzerinedir.
Bu soru
normalde daha kompleks cevapları gerektirmektedir. Fakat konumuz bağlamında
söyleyecek olursak “eğitim” başat bir unsur olarak devreye girer. Bu bağlamda
modern ulus-devletlerde “eğitim” iyi vatandaş yetiştirmenin en temel aracıdır.
Ulus-devlet sınırlarının aşınması ile birlikte ortaya çıkan küreselleşme
sürecinde ise ölçek büyümüştür. Dolayısıyla küreselleşmenin hedefleri,
standartları ana çıktıları şimdi eğitimin hedefleri haline gelmiştir. Bu
bağlamda eğitimin sosyo politiğini Küreselleşme-postmodernlik ve kapitalizmden
bağımsız olarak analiz etmek mümkün değildir.
Eğitim bir
süreçtir; dolayısıyla eğitimi çocuğun sadece okulla dolayımlandığı bir araç
olarak görmek büyük eksiklikler taşır. Çocuk içine doğduğu aileden, sosyal
çevresi (ki sanal çevre de buna dahildir) ve teknolojik aygıtlara kadar bir
dizi eğitsel sürecin içindedir. Aslında teknoloji farklı araçları ve egemen
olduğu çevre faktörü ile kişi üzerinde bir propaganda aracına dönüşmüştür.
Burada propagandanın anahtar kavramı ise tüketimdir. Dikkat edilirse bugün
bireyin tek yumuşak ideolojisi tüketim haline gelmiştir. Sağcısı, solcusu,
İslamcısı gitmiştir; yerine neo-liberal tüketici birey gelmiştir. Aslında bu
koşullar altında yetişen birey, sadece emtia tüketmez; zamanı, arkadaşı,
çevreyi vb. herşeyi tüketmeye başlar ve giderek kendisini tüketir.
Bugün eğitim
konusundaki temel yanılgılardan birisi de, yaşanan sorunlara dair dersler
konulunca bu sorunların sona erdirileceği beklentisidir. Gerçekte bu mentalite
dersi bir ders değil, propaganda aracı olarak düşünmektedir. Halbuki bireyin
davranışlarını belirleyen şey, zihniyetini yönlendiren ve farklı araçların
dolayımıyla bunu gerçekleştiren sosyo-politiktir. Bir başka deyişle, durmadan
yirmi dört saat elindeki aygıtlarla epistemik propagandaya maruz kalan ve dış
dünyanın (toplumun) bu yönde ödüllendirme ve cezalandırma gerçekleştirdiği bir
sosyo-politikte farklı davranışlar beklemek pek olası görünmemektedir.
Özellikle
pandemiyle birlikte dijital boyutu ağırlık kazanan eğitimde, giderek kitap,
devam, bilgide derinlik ve hikmet zayıflamakta ve hatta anlamını kaybetmektedir.
Bireylere ciddi bir özgüven söylemi aktarılmakta; ancak bu özgüvenin altını
dolduracak “bilimsel müktesebat” eksik kalmaktadır.
Bunun doğal bir
sonucu olarak eğitimden her aşamada beklenen çıktılar gerçekleşememektedir.
Bundan sonra ilk adım olarak eğitimin sosyo-politiği üzerinde yeniden düşünmek,
nasıl bir insan sorusuna net cevaplar vermek ve ardından çalışma, performansa
dayalı (teorik bilgi ve davranışı içerecek) bir müktesebatı faaliyete geçirmek düşünülebilir.