Eğitimin odağı
Türkiye’nin gündemi hızlı bir değişkenlik arz ediyor. Bir konuya eğilmişken ve o konuda seri yazılar yazacakken, bir bakıyorsunuz gündemin kenarında kalıvermişsiniz. YSK pazartesi itibarıyla İstanbul Büyükşehir Belediyesi seçimlerini iptal etti. Şimdi gündem bu. Fakat biz yine çözmediğimiz sürece hızlı gündem değişimlerini yaşamaya devam edeceğimiz bir meseleyi analiz etmek istiyoruz.
Bir toplumun kurumlarını ve kurumsal işleyişinde insanların gündelik yaşam refleksleri, buna dair kültürleri belirleyici olur. Bir ülkede ne kadar çok kural varsa, orada teamüller ve konsensuslar kadar sosyal kontrol de azalıyor demektir. Meselâ; İngiltere özellikle yazılı kuralların azlığı konusunda örnek gösterilir. İngiltere’ye gittiğimde de yakinen gözlemledim ki, gündelik hayatın kuralları oldukça oturmuş durumda ve bunları devletten daha fazla vatandaşlar kontrol ediyor. Yani sivil sosyal kontrol.
Şöyle bir olay yaşamıştım: İngiltere’de kaldığım evde sıra bana geldiği için çöp kutusunu (ki her evde rengi aynı olan standart çöp kutuları vardır) kapının önüne ben çıkarmıştım. Kutunun resmi olarak değil ama teamül olarak kapıların önünde standart bir yeri varmış. Ben ise evin önünde bir yere çıkardım. Yan tarafta oturan yaşlı bir bey, evden çıkarak yanıma geldi ve bana kutunun durması gerektiği yeri söyledi.
Şimdi çöp toplama biçimlerimizi hiç konuşmuyorum ama aynı apartmanın içinde çöplerini apartman koridorunda tutan insanlarla yaşıyoruz ve daha da önemlisi toplumdaki yanlışları uyarmak gibi bir geleneğimiz yok. Hatta tam tersine herkes birbirine bigane. Sonuçta ortaya çıkanlardan ise hep birlikte memnun olmuyoruz. Dolayısıyla sivil sosyal kontrolümüz yok.
Eğitim, tam da bu bağlamda göreceği işlevlerden olabildiğince uzaklaşmış durumda. Ben burada bilhassa iki nokta üzerinde duracağım. Birincisi, eğitimin en alttan itibaren mekanik bir bilgi öğretme sürecine dönüşmesi. Özellikle bizim gibi gelişmekte olan ülkeler diye tabir edilen ülkelerde eğitim sınıflar arası mobilizasyonu sağlayan yegane araç. Yani daha üst statü ve sınıflara eğitim kanalıyla sıçrayabiliyorsunuz. Bir de çok geniş kitlelerin iş bulabilme ümitleri de üniversite ve eğitimle bağlantılı. Durum böyle olunca, eğitimin bizzat kendisi “ekmek” davasına dönüşmüş durumda.
Tabii bu arada “bir toplumda, bir şehirde sorumlu bir insan olarak nasıl yaşanır” sorusu etrafında öğrenciyi daha donanımlı hale getirmek, yani gündelik pratikleri bir kültür haline dönüştürmek; aslında yaşamayı öğretmek de pek kendisine yer bulamıyor. Böyle olunca kişi, etrafındaki rahatsız edici sorunların hepsine ilgisiz kalıyor. Şu soru hep açıkta kalıyor: “Sorumlu bir varlık olarak benim bu dünyada işgal ettiğim yer ne?” Bu anlamda eğitim, kişiyi kendi yaşadığı evden başlayarak, mahallesi, komşusu, şehri, ülkesi konusunda sorumluluklar üstlenmeye sevk etmeli. Bu sağlanamadığı her durumda, şikayetler de kalıcı olmaya devam edecektir. Bizim sivillikler üzerinde durmamızın sebeplerinden birisi de budur.
İkincisi, ailenin bu eğitsel süreçlerdeki rolünün giderek zayıflamasıdır. Aileler kurumsal eğitim süreçlerine yani okula fazlasıyla müdahale etmekte, ama çocuklarının toplumda sorumlu insanlar olmaları konusundaki eğitimlerinde başarısız olmaktadırlar. Hasılı onlar da çocukların sadece notları ve testleriyle ilgilenmektedirler.
Giderek bencilleşen ve acımasızlaşan bir dünyadan bahsediyoruz. Acaba böyle bir dünyayı beslediğimizin de farkında mıyız?