Eğitimde reform değil devrim
Rousseau Emile’de şöyle diyor; “Bizim ilk felsefe ustalarımız ayaklarımız, ellerimiz ve gözlerimizdir. Bunların yerine kitapları koymak bize akıl yürütmeyi öğretmez. Bu bize başkalarının aklını kullanmayı öğretir. Bize çok fazla inanıp hiçbir şey bilmemeyi öğretir.”
Antik Yunan’dan beri en büyük filozof olarak görülen ve Emile’yi elinden düşürmeyen Kant da “Bizi insana dönüştüren eğitim şayet eski alışkanlıklardan ve tecrübesiz çağlardan körü körüne kopyalanmayan ortak kullanım alanına girseydi kısa sürede etrafımızda çok farklı insanlar görürdük” diyerek bir katkıda bulunuyor.
Schopenhauer ise meseleyi biraz daha netleştiriyor. Başka insanların söylediklerini dinlemeye, okumaya, öğrenmeye ve böylelikle zihni basmakalıp fikirlerle tıka basa dolduran bir eğitime suni eğitim adını veriyor.
Böyle bir yöntemle diyor Schopenhauer eğitim yolunu şaşırır ve dengesini kaybeder. Böylelikle dünyaya kısmen saf budalalar kısmen başka bir dünyadan gelmiş yaratıklar gibi adım atarız.
Montaigne ise kitabın ortasından konuşuyor. “Şayet okullarda öğretmenler öğrencelerine küfe küfe bilgi yüklemeye zorlayan kitabi eğitimi, eğitim sanıyorlarsa bu yaptıkları ve ürettikleri şey düpedüz kitap yüklü eşeklerdir.”
Nietzsche meseleye daha genel bakan filozoflarımızdan...”Büyük mutfaklarda yemek pişirmenin en iyi ihtimalle vasat olmasıyla aynı nedenden ötürü büyük devletlerdeki eğitim sistemi de her zaman en iyi ihtimalle vasat olacaktır” diyerek nokta atışı yapıyor.
Aslında filozoflarımız ezbere bilgi yüklemekten ziyade -ki bu bir insan için ciddi zaman kaybıdır-düşünmelerine yardımcı olmayı teklif ediyorlar.
Örneğin Kant bu anlamda okul yıllarını kölelik yılları olarak değerlendirmişti. Okul demek, itaat ve uyum demekti zira. Ve elbette başkalarının fikirlerinin zorla dikte ettirildiği, ezberlettirildiği binalar…
“Tanrı beni başkalarını doğurtmaya zorluyor” diyen Sokrates de böyle düşünenlerden. O
aslında bir ebeydi yani bir ebe nasıl ki çocuk doğurtuyorsa Sokrates de
düşüncelere gebe olan birini aynı şekilde doğurtuyordu.
Sorgulamayı, muhakeme etmeyi, tercihte bulunmayı ve düşünmeyi öğrenmeyen bir birey hayatı boyunca kendi olamayacak ve sürekli olarak başkalarının dikte ettiği hayatı yaşamaya mecbur kalacaktır.
Oysa eğitim bireyi, kendi devletinin sınırlarının ötesini düşünmeye hazır hale getirmelidir. Ve elbette kendi devletinin çıkarlarının ötesine geçmeden bunu yapmalıdır.
Bunun için evvela
ahlaki bir eğitimin verilmesi elzemdir. Ne var ki okullarımız halkı ahlaklı
yerine yetenekli yapmakla ilgilenir.
Kant tam da bu noktada eğitimin en büyük problemlerinden birinin kişinin özgürlüğünü kullanma kapasitesi ile yasal kısıtlama ya da zorunluluk altında itaati nasıl birleştirebileceği olduğunu ifade eder. Zira kısıtlama altında özgür olunmaz.
Devletler böyle şeyler için kafa yormazlar. Çünkü onlar için tebaanın itaatkâr birer vatandaş olması önem arz etmektedir.
Ulus devletçi
zihniyet oldum olası okulları bir çıkar aracı olarak görmüş ve tebaasını
okullar aracılığıyla ıslah etmeyi birinci ödev saymıştır. Bu da düşüncenin
gelişmesinin önünde en büyük problemlerden biri olarak karşımızda durmaktadır.
Bugün Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın eğitimde reform vurgusu, -buna çağrı demek daha doğru olacak sanırım- neyi ne kadar değiştirmeyi teklif ediyor ve nasıl bir insan yetiştirmeyi hedefliyor henüz bu konuda bir bilgiye sahip değiliz.
Çünkü o günden beri mesele tartışılmadı. Milat Gazetesi hariç diğer hiçbir gazetede ve TV kanalında bu ulusal mesele enine boyuna masaya yatırılmadı.
Bugün yerli savunma sanayiinde
gurur verici çalışmalara imza atan Selçuk Bayraktar Robert Koleji mezunu ve
Amerikan üniversitelerinde yetişti.
Neden burada da kendi okul sistemimizi kurup yeni Selçuklar yetiştirmeyi hedeflemeyelim ki? Eğer 18. yüzyıl bir diktatörlükler dönemi değilse bunda yukarıda örneklerini verdiğim filozofların payı vardır.
Düşünme, özgün ve özgür düşünme bir ülkeyi değil tüm dünyayı değiştirebilecek bir güçtür. Eğer hükümetler hala özgün düşünen değil itaatkâr tebaa hedefinde ise bir yüzyıl daha beklemekten başka çaremiz yok demektir.
O yüzden ben yavaş bir reform değil hızlı bir devrim istiyorum.