Eğitimde reform
Yaşanan problemleri aşma noktasında, elinizdeki mevcut paradigma (model) yetersiz kaldığında, yeni bir paradigma üzerinden hareket etmek zorundasınız. Yönetimin en üst düzeyinden eğitim konusundaki çıkmazlar dile getirildiğinde, gerçekte gönderme yapılan şey eğitimde yeni bir paradigmanın zorunluluğudur.
“Eğitimde reform” kavramından benim öncelikli olarak anladığım
şey, eğitimle ilgili olarak en başta sorulması gereken temel sorulara
cevapların aranmasıdır. Bu bağlamda oldukça dikkatli ve uzun çabaların
sonucunda bir mukaddime yapma mecburiyeti hasıl olmaktadır. Daha önce farklı
şekillerde ifade ettiğimiz ve öncelik arz eden soru; önemine binaen tekrar
söylemek gerekirse “nasıl bir insan yetiştirmek istiyoruz” sorusudur. Son
derece hayati olan bu soruya verilecek cevap(lar) çerçevesinde eğitim
mekanizmasının farklı parçalarını oluşturmaya geçilebilir.
Bu soruya belki bazıları cevap verildiğini düşünebilirler. Ancak
ben hemen iki problemden bahsetmek istiyorum. Birincisi, Osmanlı’nın son
döneminden bu yana yaşanan modernleşme sürecinde “nasıl bir insan?” sorusunun
gerçekten toplumda mutabakata dayalı bir cevabı olduğunu düşünmüyorum.
Özellikle modernleşme tecrübemiz çerçevesinde, farklı eksenlerin olduğu göz
önüne alındığında bu eksiklik daha yoğun bir şekilde göze çarpmaktadır.
İçinde yaşadığımız toplumda insanlarımız, eğitimin sonuçlarından
şikayet etmekle birlikte, daha en başta sorulması ve cevaplandırılması
gerekenlerin eksikliği ile ilgilenmemektedir. Halbuki muztarip olunan
sorunların en temelde kaynaklandığı yer burasıdır.
İkincisi, Osmanlı’nın son döneminden itibaren Batı’ya yetişme
kaygısı sebebiyle birçok işlerde kararların “anlık” ve günübirlik” alınması,
soru(n)lar üzerine yeteri kadar düşünülmemesi ve cevaplar üretilmemesi, şahsi
kanaatimce eğitimle ilgili sorunları her seferinde en başa döndürmektedir. Fakat
eğer bir reform yapılmaya karar verilmişse, bu durumda en temel soruyu tekrar
ederek yola çıkmak gerekmektedir.
Söz gelimi; bu temel soruya verdiğiniz cevaplardan birisinin
evrensellik olduğunu varsayalım. Evrensellik kavramı zihniyetten, bilgi ve ele
alınacak konulara kadar, hatta okulun yapılanması, öğretmenlerin tavrı ve okul
sistemine kadar yansıyabilmelidir. Bir başka deyişle, sadece ders kitaplarında
anlatılan bir propagandavari anlatıma dönüşmemelidir. Nihayetinde bir çıktı
olarak eğitim kurumlarından mezun olan öğrencilerin hem herkes için kabul
edilebilir ortak bilgi ve kategoriler üzerinden hareket etmesi, hem de
dünyadaki öğrencilerle yarışabilir bir vasfa sahip olması hedeflenmelidir.
Bu soruya bir kere cevap verildikten sonra, cevabın aynı zamanda
bir paradigma olduğunu unutmadan, müfredat hazırlamaktan planlamaya kadar onun
altında yer alan hazırlık çalışmalarına başlanmalıdır. Türkiye’nin nüfusu,
ihtiyacınız olan meslek insanları, ilkokuldan üniversitelere kadar açılacak
eğitim kurumlarının planlaması popülerlikten uzak biçimde yapılmak
durumundadır. Şayet planlamalar yapılmazsa, kısa periyotlarla her aşamada
meydana gelebilecek krizler ve sistem tıkanmalarını da aşmak mümkün
olmayacaktır. Eğitimde planlamadan uzaklık ileri boyutta iş ve istihdam
alanlarındaki verimsizliğe kadar bir dizi sorunlar ortaya çıkarmaktadır.
Diğer önemli bir nokta, eğitimin sosyallik, kültürellik, sanat vb.
çok farklı alanlarda toplumu beslemesi esas olmalıdır. Bir kere eğitim ile
toplumun birbirinden koptuğu durumlarda çok kolaylıkla bir anomi durumu
yaşanabilmektedir. Bu kopuştan kastettiğimiz şey, eğitimin toplumsal
karşılıklarının zayıf kalması ve kendi içinde bir entite olarak toplumun sahici
alanlarına değmeden yaşamasıdır.
Hiç şüphesiz bir konuda reform yapmak kolay değildir; ancak kesin
olan bir şey varsa aceleci olmamak gerekir.