Eğitimde otoritenin dönüşümü
Öncelikle yanlış anlamaları önlemek
maksadıyla burada “otorite” kavramını etkili olma anlamında içeriklendirdiğimi
ve otoriterlikten çok farklı bir bağlamda kullandığımı belirtmeliyim.
Pandemi sebebiyle uzaktan eğitimin
yoğun olarak uygulandığı bir zaman dilimindeyiz. Fakat pandemiden bağımsız
olarak sürekli sorduğum sorulardan birisi şudur; “acaba belirli bir hedefe
yönlendirdiğimiz öğrencilerimizin üzerinde en etkili olan hangisidir? Okulun,
çevrenin, arkadaşların, televizyonun, internetin öğrenciler üzerindeki
etkilerinin yüzdelikleri nasıl sıralanabilir?”
Elimde sunabileceğim bir veri olmamakla
birlikte gözlemlerime dayanarak bunlar arasında sıralama yapmam gerekirse, ilk
sıraya interneti ikinci sıraya da televizyonu yerleştiriyorum. Okul eğitimdeki
etkinlik açısından gerçekte çok önem taşımakla birlikte teknoloji ile birlikte
insanların uluslararası düzeyde kültürel etkileşime girmesiyle eğilimlerin
değişmesi söz konusu ve öğrenciyi şekillendirme bağlamında sanal alem en etkin
enstrüman haline gelmiştir.
Bu bir yandan çok daha geniş bir çevre
ile etkileşim anlamında olumlu nitelikler taşısa da, öğrencinin kendi ailesi ve
çevresinden başlayarak sağlam inşasının olmadığı durumlarda bazı riskleri de
beraberinde getirmektedir. Birincisi, çeşitlilik gibi görünmekle birlikte
egemen kültürün bilgi kaynağı olmasından mülhem insanların yaratımı. İkincisi
de, kültürel donanım ve kendi coğrafyasına değme anlamında taşıdığı handikaplar
vardır. Dikkat ediyor musunuz bilmiyorum ancak giderek konuşma biçimleri, hayat
tarzları ve talepleri birbirine benzeşen bir nesil oluşmuş durumda. Dolayısıyla
bu bağlamda bir otorite değişimini gözlemlemekteyiz.
Özellikle bugünlerde uzaktan eğitimin
farklı boyutları tartışılırken, belki bir adım daha geri giderek bu otorite
değişimine dikkat çekmeliyiz. Çoğunlukla eğitimle ilgili tartışmalarda ortaya
çıkan tema eğitimin sosyal mobilizasyonla ilgili işlevi; dolayısıyla
çocuklarımız daha çok test çözüp puan alsın tartışması.
Teknolojik değişimlerle birlikte
geleneksel otoritelerin değiştiğini de bu bağlamda artık daha net görmekteyiz.
Artık baba, öğretmen, hoca gibi geleneksel otorite tiplerinin işlevi oldukça
zayıflamıştır. Yakın zamana kadar çocuk üzerinde hayat bilgisi ve tecrübesiyle
bir “bilgelik” işlevi gören baba ve dede gibi kategoriler kendilerine hayat
için gönderme yapılmayan kişilere dönüştüler. Babalarından bilgisayarı ve
teknolojik aygıtları daha iyi kullanan yeni nesiller, bu çeperler içinde artık
baba-çocuk arasındaki otoriteyi tersine çevirmiş bulunmaktadırlar. Bu hayatın
bilgisi, tecrübe, din ve gelenek gibi birikimlerin de aynı zamanda
geçersizleştikleri bir durumu ifade etmektedir.
Geçen yazımda eğitimin temel
hedeflerinden birisinin de hayatı öğretmek olduğunu belirtmiştim. Teknoloji ve
imkanların gelişimiyle çocukların her şeyi hazır buldukları bir ortam onların
hayat konusundaki yeteneklerini kaybetmelerine sebep olmaktadır. Dolayısıyla
aksi bir durumda nasıl hayatlarını idame ettirecekleri onlara
öğretilmemektedir. Belki baba ve dedeyi otorite olarak değerli kılan nokta
burasıdır. İnternet ve telefon olmayınca krize giren insanların sayısının
çoğalmasından bahsediyorum. Dikkat ederseniz ebeveynlerini “sponsor”,
çocuklarını “efendi”siymiş gibi algıladığı anlaşılan vakıa ve haberler giderek
artmaktadır.
Aynı şekilde öğretmenlerin de
öğrenciler üzerindeki etkinliğinin sınırlı olduğunu ve eskisi gibi bir
otoriteyi ifade etmediğini gözlemlemekteyim. Eskisinden farklı olarak öğretmen
“ders anlatma” makinasına dönüştürülerek öğrenciler üzerindeki bir yandan
pozitif ruhsal ve değersel etkileri, diğer yandan öğrencinin negatif
davranışlarını pozitife çevirecek sosyal kontrol işlevi zayıflamıştır.
Nihayetinde dünya değişiyor diyebilirsiniz. Fakat dünyanın gidişatı “hayat bilgisi”nin ne kadar önemli olduğunu gösterdi.