Eğitimde 'öteki' olmak ve ötekileştirmek…
Eğitim camiası içerisinde en çok olması gereken şey birlik, beraberlik, çalışma barışı ve kurum huzuru iken, ne yazık ki olması gereken şeylerin aksine şu veya bu sebeplerle istenmeyen, tasvip edilmeyen birtakım olumsuzluklar da yaşanıyor, yaşanabiliyor.
Yaşanan
bu olumsuzluklar çoğu zaman çözülemeyen sorunlar yumağı haline dönüşüyor.
Doğrudan olmasa da sonuçları itibariyle eğitim kültürünü de, bu kültür
içerisindeki paydaşları da olumsuz etkileyebiliyor. En çok etkilenen kişiler
kuşkusuz çocuklarımız, öğrencilerimiz
ve haliyle onların geleceği oluyor.
Et
tırnak olması gereken eğitimciler bir bakıyorsunuz incir çekirdeğini
doldurmayan nedenlerle hallaç pamuğu
gibi dağılabiliyor. Bir araya gelip muhteşem bir sinerji ortaya çıkarmaları
gerekirken, en önemli kişiler eğitimciler olması gerekirken, bir bakıyorsunuz
var olan enerjiyi tüketmede bile birbirleriyle adeta yarışıyor; birbirlerini
ötekileştiriyor. Çözümü ötekileştirmede arıyor.
Öteki olmakta sorun yok; hepimiz
birbirimize göre bir başkasıyız; ötekiyiz. Ama kimse, hiç kimseyi ötekileştirmemeli. Bir eğitimci bir
eğitimciye göre ötekidir; bunda hiçbir sorun yok. Asıl sorun bir eğitimcinin bir
başka eğitimciyi ötekileştirmesi ya da ötekileştirme niyetidir.
Şu
sıralar elimde Akademisyen Levent
Bilgi’nin “Ben ve Öteki/Rojin” adlı psikolojik romanı var. Yazar kitabın
kapağında der ki;
“Kimdir öteki olan? Ben mi, sen mi?
Peki ben ötekiysem, bana göre de sen öteki değil misin?
Öyleyse sana göre de ben mi ötekiyim?
Nedir öteki?
Nedir bireyi öteki kılan şey? Etnik kimlikler mi, din mi, mezhep mi, coğrafya
mı, ekonomik koşullar mı, yaşama şartlarımız mı?”
Sahi,
kim kime göre öteki, nedir öteki, neden öteki?
Bence,
aynı dili konuşmayan her bir eğitimci birbirine yabancıdır, ötekidir;
birbirlerine karşı ötekileştirilmişlerdir. Etnik olsun, ekonomik kaygılarla
olsun, sendikal faaliyetlerden ötürü olsun, dünya görüşü nedeni ile olsun; yani
her ne sebeple olursa olsun, tüm kimlikleri bir kenara bırakıp aynı havuzda
yüzen insanlar, aynı gökyüzünde uçuşan kuşlar gibi birlikte olmak aynı meslekî
dili konuşup birbirlerinin hayatlarına dokunmaktır ötekileş(tir)memek… Aksi hep
öteki olmaktır; ötekileştirilmektir.
“O artık bizim zümreden değil, bizim sendikadan değil, bizim okuldan değil,
bizim sınıftan değil…” gibi cümlelere maruz kalmaktır öteki olmak;
ötekileştirilmek! Oluşturulan kimlikten dışlanmaktır; küme dışı kalmaktır.
Öğretmen
idarecileri, idareciler öğretmenleri ötekileştirmemeli. “Siz” değil, “biz”
olmalı her şey. Bir bütün olmalı öğretmen de idareci de, veli de hatta öğrenci
de… Aynı havuzda yüzebilmeli, aynı gökyüzünde beraber kanat çırpmalı… Havuzun
suyu da, gökyüzünün maviliği de herkese yetecek kadar çok olmalı!
Okullar
parçalanmış yapılar haline gelmemeli; bütünleşmeli. Korktuğunu, rakip
gördüğünü, gözüne kestirdiğini, beğenmediğini, sevmediğini ötekileştirmek
eğitimcilik kimliğine yakışmaz. Eğitimciliğin ruhunda sevgi, merhamet, şefkat,
fedakârlık, yardımseverlik gibi güzel hasletler vardır. Eğitimci de
kirlenmemeli, eğitimcilik kimliği de. Temiz kalmasını arzuladığımız dünyada,
eğitimciler de temiz kalmalı. Hatta dünyanın temizlenmesinde eğitimciler önayak
olmalı.
Her
eğitimci temizliğe kendinden başlamalı; fikirlerini temizlemeli, düşüncelerini,
ruhunu, dünyasını… Arınmalı her şeyden, her kötülükten, tüm olumsuzluktan. Her
olumsuzluk eğitimci için kimliğin körelmesidir; ölüme giden yoldur. Mesleki
hayatın sonuna yolculuktur. Yaşamak isteyen eğitimci, önce mesleğini yaşatmalı.
Ötekileştirmek
bir alışkanlıktır; bağımlılıktır. Ötekileştirmenin panzehiri sevgidir;
sevmektir her şeyi… Kendini, meslektaşlarını, öğrencilerini, okulunu,
kimliğini, kaderini… Her şeyi sevmek… Sevginin olduğu her yerde dağılır
dumanlar. Kara bulutlar kaybolur. Aydınlanır ruhlar; kavuşur huzura. Hayatında
güneşler açar; ısınır yürekler. Açan güneşler kendisi de, meslektaşlarını da,
öğrencilerini de ısıtır, aydınlatır.
Sevgide
güneş gibi olalım ki okullar cennet olsun, ruhlar huzur bulsun!