'Eğitimde kıyameti koparmamız lazım!'
“Bizim kıyameti koparmamız lazım eğitimde. Bir şey yapmamız lazımın ötesinde kıyameti koparmamız lazım.” Bu sözler Milli Eğitim Bakanımız Sayın Ziya Selçuk’a ait. Bakanlığa getirilişinin ilk 1-2 ayı içinde ifade edildi. Bu sözler eğitim faaliyetlerimizin köklü bir değişikliğe uğratılmasının zaruretine dikkatleri çekmek için vurguyla söyleniyor. Dönem değişmiş, şartlar farklılaşmış, bambaşka koşullar ve ilişki ağı içindeyiz. Yaşadığımız hayat düşündüğümüzün ve beklediğimizin ötesinde bir noktaya doğru seyrediyor. Eğitimimiz de bu gerçekliği bilerek ve dikkate alarak ele alınmak durumunda. Hiçbir şey yokmuş gibi, hiçbir şey olmuyormuş gibi eski düzeni sürdüremeyiz. Sürdürmememiz gerektiği halde alanda eski alışkanlıklarla, eski yol ve yöntemlerle yol almaya çalıştığımız için kıyameti koparmalıyız. Bakanın söylemini şerh ettiğimizde aşağı yukarı bunları söylüyor. Söylenenlerin yanlış olduğunu düşünen var mı? Alana ilişkin bu tarz bir okumanın anlamsız ve gereksiz olduğunu düşünen var mı? Yok. Baktığınızda toplumumuzun değişik kesimlerinin üzerinde ittifak ettikleri istisnai kabullerden birisi bu.
Yerinde bulduğum bu tespiti
gerekçelendirirken ben bir adım daha atıyorum. Sayın bakanın belirttiği gibi eğitimde
kıyameti koparmamız için dünyanın yaşadığı köklü dönüşümden ivme almamız
gerekmiyor. Dünyada hiçbir değişim söz konusu olmasa bile, zorunlu kitlesel
eğitimin sürdürülebilir bir tarafı yok. Vaatleri de problemli, vaatleriyle
bağı-bağlantısı olamayan pratiği de problemli. Dolayısıyla her halükarda
kıyametin koparılması gerekli bir alandan bahsediyoruz. Buraya kadar hepimiz
hemfikiriz. Kıyameti koparmak demek, mevcudu alt üst etmek, yürütülen iş ve
işlemleri bambaşka paradigmayla, bambaşka organizasyonlarla yapmak demek.
Kıyameti koparmamız lazım deyip olanı tahkim etmenin kıyameti koparmakla bir
ilintisi olmadığını söylemeye gerek yok.
O halde sayın bakanın da iştirak
ettiği bu büyük uzlaşmadan hareketle, kıyameti nasıl kopardığımıza bakalım.
Türkiye’nin kendi nev-i şahsına münhasır huylarından birisi bazı gerçekleri
dile getirip tarihsel olarak yaptığı yanlış işleri yapmaya devam etmesidir.
Mesela “eğitimde kıyameti koparmamız lazım” deyip sanki yürüttüğümüz eğitim
faaliyetleri El-Medinet’ül Fazıla’da yürütülenlermiş gibi aynı şeylerin aynı
şekilde yürütülmesinde ısrar hatta inat ediyoruz. Ne eğitimci yetiştirme
sistematiğimizi değiştiriyoruz, ne zaman, mekân, içerik ve ilişki yapımızı
değiştiriyoruz, ne içinde yaşadığımız hayatın siyasal, kültürel, ekonomik,
teknolojik-bilimsel-felsefi alanların tetiklediği başkalaşımı fark ediyoruz,
dikkate alıyoruz ne de istihdam rejimimizi ve bürokratik işleyişimizi
değiştiriyoruz. Hiçbir şeyi değiştirmeden, yeni hiçbir şey getirmeden
yürürlükte olanı aynı şekilde sürdürerek eğitimde kıyameti nasıl koparmış
oluyoruz peki? Böyle mi kıyamet kopartılıyor?
Küresel ölçekte yaşadığımız salgın
süreci hayatımızın pek çok alanını etkilediği gibi eğitim-öğretim alanını da
ciddi anlamda etkiledi, etkiliyor. Ancak açık konuşmak gerekirse bu etkilemenin
eğitimin pratik işleyişini askıya almak dışında bir etkisi gözükmüyor. Eğitim
kavrayışımızda, alana ilişki tasavvurumuzda hiçbir değişiklik olmadığı gibi
eskiden hiç olmazsa içeriksiz bir memnuniyetsizliğin muhatabı oluyordu eğitim. Tıpkı
bakanın söyleminde “kıyameti koparmamız lazım” şeklinde dile geldiği üzere.
Salgından dolayı bırakın alana ilişkin memnuniyetsizliği, bugün ülkece dünkü
düzenin yeniden hayat bulması için coşkulu bir beklenti içindeyiz. Bitpazarına
nur yağdırıyoruz hep birlikte.
MEB, eğitim kamuoyu pratiğin, olağanüstü koşulların bizi sürüklediği ve “kıyametin koparılması gerektiği” yakıcı gündem ile yüzleşmek yerine EBA’ya erişimin sağlanıp sağlanamayacağı gibi yüzeysellikte yol almayı tercih ediyor. Sanırım “bizim kıyameti koparmamız lazım eğitimde” sözlerini söylemekte çok geç kalmışız. Biz o sözleri söyleyip o sözlerle uzaktan yakından ilintisi olmayan bu derbederlikle yol aldığımıza göre ondan çok önce kıyametimiz kopmuş herhalde.