Eğitim ve kültür
Ülkemiz bütün yoğunluğuyla 24 Haziran seçimlerine kilitlendi, "kim kazanacak" sorusu da başat bir konuma yerleşti. Aslında seçim siyaseten yönetimi belirlemekle birlikte, seçim sonrası daha çok önem taşıyor olacak. Çünkü varolan sorunlar halledilmeyi beklemeye devam edecekler. Dolayısıyla yeni Cumhurbaşkanı kim olursa olsun, bu sorunlara çözümler aramak durumunda kalacak. Bu sorunlar yüzleşilmediği ve ötelendiği oranda da gelecekte daha çok büyüyecek ve krize dönüşme eğilimleri göstereceklerdir.
Bunların başında çok geniş boyutuyla eğitim ve kültür gelmektedir. Eğitim, binlerce öğretmen ve okul ile milyonlarca öğrencisiyle orta, lise ve üniversiteye geçiş meselesi değildir. Aslında bunun çok daha ötesine giden bir anlayışla konumlandırılması gerekmektedir. Peki burada ideal ile gerçekleri buluşturmak nasıl mümkün olacaktır?
Modern toplumlar, sınıf ve tabakalar arası geçişlerin daha kolay olduğu toplumlar olarak vasıflanmaktadır. Eğitim, bu anlamda bizim toplumumuzda tabakalar arası geçişin izlenebileceği en net alanlardan birisi. Bir başka deyişle, diğer unsurlardan daha fazla tabakalar arası geçişler eğitim kanalıyla olmakta.
Özellikle üniversite eğitimi bizim ülkemizde ekmek ve iş meselesi olarak görülmektedir. Dolayısıyla üniversite eğitimi de büyük oranda ekmek ve iş bağlamında içerik ve anlam kazanmış durumdadır. Halbuki üniversiteler, ülkede siyaset, kültür, toplum vb. alanları beslemek üzere bilgi üretimi işlevini üstlenmelidirler.
Hal böyle olunca, lise ve üniversitelere geçiş, imtihan ve yarışa dönmüş durumdadır. Zira nüfusun eğitim kurumlarından fazlalığı ve eğitimin ekmek meselesi olarak görülmesi, imtihanı zorunlu kılmaktadır. Çünkü bir şekilde eleme yapmak zorundasınız. Böyle olunca da, eğitimin içeriği, bu imtihanlarda başarılı olmak ve belirli bilgileri tekrar etmek üzerine temelleniyor. Eğitimin üzerinde temellendiği bu pratikler, bilhassa üniversite eğitiminin içeriklerinde de bilgi, tartışma, üretim vb. alanlarda ciddi zayıflıklarla görünür olmaktadır. Bir kere eğitimde bu anlamda bir popülizmden kurtulmanın gerekliliği ortadadır.
İkincisi, kültür açısından görülen zaafiyetlerdir. Kültür, bir toplumun kendisine has perspektifini sağladığı gibi, insanın hayatı boyunca kendi farkındalığını sağlar. Uzun yüzyılların birikimi olan kültür, bir usul ve geleneği kaybetmemek adına da önem taşımaktadır. Eğitimin çoktan seçmeli bir imtihana dönüştüğü ortamda maalesef kültür de derinliğini kaybetmektedir. Dilden şiire, yemekten sanata kadar her alanda kültür, öğrendikçe derinliğini de beraberinde getirmektedir.
Divan edebiyatını artık kaybettik. Gençler 1950'li yılların hatta 1980'li yılların gazete dilini anlayacak durumda değiller. Bir arkadaşımın ifadesiyle, daha çok gündelik rutin fiillerini ifade eden oldukça daralmış bir dil ve kelime hazinesi (!) görülüyor. Kültür ve sanat, biyolojik merkezli gündelik hayatın içinde boğulmuş durumda. Halbuki biyolojiyi yaşam alameti olarak değerlendirenler, bir kültür ve toplumun ölümünü göremez hale geliyorlar.
Gelenek, farklı kültür, medeniyet ve bilgi düzeyleriyle karşılaşmamız bir zorunluluk. Ancak mevcut durumda böyle bir karşılaşma pek mümkün görünmemektedir. Açıkçası, sorular bile varlık ve toplum alanından uzaklaşarak, yeni yaratılan gerçekler doğrultusunda yeniden kurgulanıyor ve açıkçası yığınlaşmaya doğru hızla yol aldırıyor.
Bunlar bizim kanaatimizce diğerlerine de öncelenmesi gereken asli sorunlarımız ve ülkenin geleceğini ilgilendiriyor. Açıkçası en az seçimi kimin kazandığı sorusu kadar önemli.