Eğitim stratejileri
Usul asıldan, strateji eylemden, teori pratikten önce gelir. Hiç şüphesiz bu yargılarla kastımız asıl, eylem ve pratiğin değersizliği değildir. Yine söz gelimi teori ile pratiğin eşzamanlı birbirini besleyen süreçler olduğu inkar da değildir. Fakat zihninizde oluşturduğunuz bir geometrik düzleme oturan fikirlerin, insan hayatındaki pratiklerde nasıl işlediğini denemeden de teorilerinizi düzeltemezsiniz.
Bu bağlamda “strateji” kavramının biraz içerimlerini de genişletmek pahasına, eğitimle ilgili birkaç evvveliyetli probleme değinmeye çalışacağım. Birincisi, kanaatimce nasıl bir insan istediğimiz konusundaki temel hedeflerdeki muğlaklıklar devam etmektedir. “Nasıl bir insan” sorusunun çok katmanlı bileşenleri vardır. Tüm bu bileşenler içerisinde ve mevcut dünyanın gidişatını da okumak suretiyle bu sorunun cevabının sarahate kavuşturulması aciliyet arz etmektedir.
Biz yüksek lisans ve doktora yapacak öğrencilerimizde en baştan çalışacağı konuyu, temel problemini, nereye varmak istediğini ve tez planını isteriz. Elinde tez planı olmayan bir öğrencinin konuya dair yazacağı her şey ister istemez boşlukta sallanacaktır. Çünkü genel planın ve tez stratejisinin içerisinde nerede durduğu belli olmayacaktır.
Buna göre söz gelimi evrensellik-yerellik, olgu-değer vb. birçok ikilemler içerisinde öğrenciyi yetiştirmek üzere stratejiniz olmadığı durumlarda, yaşanan teorik gerilim, son kertede yetiştirmek istediğiniz öğrenciye de yansıyacaktır. Bir yandan bilgi ve donanım bakımından öğrencinin “evrensel” olmasını isterken, diğer yandan ayağını bastığı topraklar ve yerel unsurlar nasıl ve ne şekilde yer alacaktır?
İkincisi, uygulanan eğitimin öğrenciyi kendisine ve hayata yabancılaştırma riskidir. Aslında birinci problemle de ilintili bu durum, aynı zamanda öğrenciyi sadece imtihanlara hazırlanan bir mekanik varlık olarak görme eğilimiyle de beslenmektedir. Halbuki öncelikle öğrenciye bir insan ve kimlik olarak kendisi tanıtılmalıdır. Hayat dediğimiz şey, insanlarla ilişkiler ve dünya ile nasıl irtibat kuracağına dair zihinde tümel yargıların gelişmesi sağlanmalıdır. Bunlar olmadığı sürece “knowledge for what” şeklindeki meşhur soruyu tekrar etmek durumunda kalmaktayız.
Açıkçası yüklenen bilgilerin öğrencilerin hayatı ve dünyası içerisinde anlamlı bir yere oturması gerekiyor. Bu bağlamda maalesef birçok bilgilerin nicelik olarak tekrar edildiği ve hayatta karşılıksız çıktığı daha sonraki yaşlarda tecrübe ediliyor. Diğer yandan eğitimin başat aktörü olan okullar ile sosyal hayat birbirini desteklemesi gerekmektedir. Bu da sosyal hayatta varolan ödüllendirme ve cezalandırma sistemlerinin okulda öğrenilenleri desteklemesi anlamına gelmektedir.
Strateji deyince bir de şu problemi ifade etmek gerekiyor. Özellikle gelişmekte olan ülkeler diye tabir edilen ülkelerde fizik, mekanik ve mühendislik bilimlerinin diğerlerine göre bir popülaritesi bulunmaktadır. Bu popülaritenin büyük oranda Batı teknolojisi ve gelişmişliğine dair zihinlerde varolan arzulardan kaynaklandığını düşünmekteyim. Tıptan mühendisliğe kadar elbette bu bilimler önem taşımaktadır. Ancak Batı’yı diğer toplumlar üzerinde egemen kılan unsurun içinde siyaset, tarih, ilahiyat, antropoloji, psikoloji vb. bilimlerin birer stratejik unsur olarak çalıştırılmaları olduğunu unutmamak lazımdır. Salt bu gerçek bile niçin eğitimde stratejik hedeflerin önemsenmesi gerektiğini bize göstermektedir.
Yine de bunlar içerisinde benim ilk sıraya yerleştirdiğim problem yabancılaşmadır. Yunus Emre “ilim ilim bilmektir/ilim kendin bilmektir/sen kendini bilmezsen/ bu nice okumaktır” şeklindeki veciz ifadesiyle yüzyıllara bu problemi hep hatırlatmaktadır. Benim temel problemim; giderek insanın kendisi ile olan mesafesinin artması ve kendisi ile arasına yabancılaştırıcı unsurların girmesidir.