Eğitim neden yaramıza merhem olmuyor?
Okullar sadece doktor, mühendis, öğretmen yetiştiren
kurumlar değildir. Aynı zamanda soylu
duyguların, büyük ideallerin aşılandığı mekânlardır. Ortak aklın tesis edildiği
bilgi hikmet yuvalarıdır. Yani öyle olması gerekir.
Bugün okullar büyük Türkiye ideli aşılamıyor ve
öğrencilerimizde bir dünya tasavvuru geliştiremiyorsa, okullarımızdan ülkenin
seyrini değiştirebilecek çapta büyük düşünce adamları çıkmıyorsa burada ciddi
bir sorun var demektir.
Bu yüzdendir ki bugün
Türkiye’nin en büyük sorunu; kendine münhasır, kendi tarihine, ilim, irfan,
kültür birikimine yaslanan özgün ve özgür bir okul sisteminin olmayışıdır.
Bakınız, bu topraklar Yunus
Emreler, Hac-ı Bektaşi Veliler, Pir Sultan Abdallar, Farabiler, İbn Sinalar
gibi nice kıymetli insanlar yetiştirdi. Öyle ki bu büyük dehalar hem bize hem
de insanlığa muazzam bir birikim bıraktılar.
Böyle zengin bir mirası
devralan bizlere ne oldu ki Batı’dan ısmarlama kavramlara, fikirlere ve eğitim
müfredatlarına bel bağladık?
Üstelik bunun başımıza ne çoraplar ördüğünü elli yıldır
tecrübe eden bir ülkeyiz biz.
FETÖ, bundan elli yıl
kadar evvel bu ülkenin okullarını karargâh gibi kullanarak buradan üzerimize
bomba yağdıracak, tank sürecek ve kurşun sıkacak kadar gözü kara militanlar
yetiştirmedi mi?
İşte meselenin bu tarafını iyi tahlil edemedik.
Bugün eğitim kurumlarının öğrettiği gibi seven, inanan, düşünen
bir birey, içinde yaşadığı toplumun gerçeklerine bir türlü nüfuz edemeyecek ve
ona zamanla yabancılaşacaktır. Her karşılaştığı yeni bir toplumsal sorun
karşısında da bocalayacaktır.
Bocalaması bir tarafa
kendi ülkesinden yana taraf olmayacaktır. Nitekim bunu her defasında
deneyimliyoruz. Örneğin bir terör saldırında ya da bir doğal afet sonrasında
toplumsal birlikteliğe değil de ayrıştırmaya ve ülkesini daha da batırmaya
yönelik ortaya konulan bu tavrı neye borçluyuz?
Yüzde yüz dana eti
diyerek insanlara at, eşek ve domuz eti satan, kiremit tozunu renk biberi diye
yutturan, zeytine ayakkabı boyası, şekere de tekstil boyası karıştıran,
depremden sonra kira fiyatlarını, lodostan sonra da çatı malzemelerinin
fiyatlarını arttıran kısacası insanlara zerre saygı duymayan bu ahlaksızlığa
nasıl ulaştık?
Oysa kendimizi düzeltmedikçe, ahlak, vicdan sahibi, sorumlu
bir insan olmadıkça ne partimizi ileri taşıyabiliriz ne derneğimizi ne
memleketimizi ne de kendimizi.
Peki, kaliteli,
ahlak, vicdan ve erdem sahibi sorumlu, şahsiyetli birer insan olmayı nasıl
öğreneceğiz? Nerede yanlış yapıyoruz?
Ailelerin televizyonla, çocukların okulla ve sosyal medya
ile terbiye edildiği bir ülkede bu çürümenin önünü nasıl alacağız?
Neden eğitim seviyesi
yükseldikçe kendinden uzaklaşan, ülkesine yabancı, değerlerine düşman insan
sayısı artmaktadır? Hiç düşündünüz mü neden böyle oluyor?
Ve neden bizim kendimize ait küresel bir projemiz yok? Neden
Batı’dan gelen her türlü projenin yılmaz savunucusu konumunda oluyoruz?
Örneğin Batı, karbondioksit gibi yaşamın temel kaynağı olan
bir gazı hedefe koyarken neden biz de onların arkasından gidiyoruz?
Soru sorma,
sorgulama, akıl yürütme melekelerimize ne oldu? Rant için, menfaat için bu
kadar omurgasızlaşabilen bir insan malzemesine nasıl sahip olduk?
Sorulması gereken o kadar çok soru var ki? İstisnasız on beş
yıldır bu tür soruları sorar ve eğitim sistemini işaret ederim.
Yaşadığımız büyük
buhranın tek sebebi eğitimdir demiyorum ancak bize ait olmayan, insanın
değerlerine, ruhuna dokunmayan bir eğitim sisteminin ve içi boşaltılmış
okulların bu yozlaşmayı ve çaresizliği tetiklediğini ifade etmeye çalışıyorum.
Bu alanda hiçbir sorun yokmuş gibi davranamayız. Varlığını
Batı değerlerine borçlu olan bir eğitim sisteminin nelere mal olduğunu nasıl
görmezden gelebilirsiniz?
Tüm mesele yaşlı başlı öğretmenleri uzmanlık sınavına sokmak
mıdır? Ne yani buradan mı başlayacağız işe?