Eğitim mi… Kötü, ama bakmadım!
Milli Eğitim Bakanı Prof.Dr. Yusuf Tekin öncülüğünde hazırlanan yeni müfredata karşı çıkmak için eylem yapan bir grup CHP’li Bakanlık önündeydi.
Protesto için gelenlere Bakanlık tarafından ikramlarda bulunuldu; simit, meyve suyu vesaire…
Bu son zamanlarda siyaset dünyasında esen “ılıman” rüzgârları destekleyen bir hareket.
CHP’den “Bunlar eğitimi dinselleştirmek istiyor!” yollu tepkiler işte…
CHP Medyası’ndan da, benzeri sesler yükseliyor…
Müfredat çağdaş bir müfredat değilmiş!..
Bir de, niçin “müfredat” kelimesi kullanılıyormuş, “müfredat” Türkçe değilmiş!..
Ya ne denmeliymiş?
“Program” denmeliymiş!
“Program” sanki Türkçe kelime!
x
Öbür taraftan, “muhafazakâr takımı”nda bir iki yazı gördüm; onlar da, içeriğini biraz fazla "statükocu" mu buluyorlar ne?
Tepkiler muhtelif…
Ortak yön ise, her iki tarafın “fikir beyan” edenlerinin , Milli Eğitim Bakanlığı’nın kamuoyuna sunduğu müfredatı okumamış olmaları…
Bunu da özellikle, kendilerini “çağdaş” olarak nitelendiren köşe yazarları, youtube fenomenleri itiraf ediyor zaten…
“Müfredatta neler var neler yok okumadım ama, basına yansıdığı kadarıyla!”
Yani, ne lüzumu var, basına yansıyanlar üzerinden değerlendirme yapmaya.
Açık kaynak, herkes okuyabilir.
Ben epeyce bir kısmını okudum, bitirmek üzereyim.
Bilgi sahibi olayım, okuyayım, değerlendirme yapmak uzmanlık işi.
Bu memlekette, “kulis” gazetecilerine, depreme dayanıklı konutlar inşa edebilmek için neler yapılması gerektiği bile soruluyor.
Onlar da, aslanlar gibi, ağızlarına geleni sallıyor.
Eğitim de öyle, herkesin ahkâm kestiği ancak çok az kişinin çalıştığı bir alan.
Ben, ayrıntılarını bilmediğim konularda ahkâm kesme işine pek girmiyorum.
Yaptığım uzmanlara sormak…
Bunun için gittiğim mekânda, hummalı bir çalışma yürüten Mütefekkir-Yazar İsmail Mansur Özdemir’le karşılaştım.
Sayın Özdemir, çok hareketli, işleri bereketli, aktif, dinamik, sonuç odaklı çalışan entelektüellerimizden.
O kadar gayretli, o kadar samimi ki, bazen dolup taşıyor…
Öyle bir ana geldi, yine karşılaşmamız.
Beni görür görmez, “Serdar Bey kardeşim, böyle şey mi olur!” deyince, orada takılıp kaldık.
“Hayırdır İsmail Hocam?”
“Milli Eğitim Bakanlığı, kamuoyunun, bütün sivil toplum örgütlerinin, bütün eğitimcilerin önüne bir müfredat koymuş. ‘Buyurun, değerlendirin, katkıda bulunun, eksiklerini tamamlayın, yanlışları varsa ikaz edin, hep birlikte bir düzenleme yapalım!’ demiş… Bizler, bunu bir imkân olarak görüp, üzerinde çalışmalı, ne söyleyeceksek söylemeliyiz. Ha, biz üzerinde çalışır, tekliflerimizi sunarız, kabul ederler, etmezler. Bu başka bir şey ama… Sıkıntı başka yerde kardeşim! Bakınız, ben otuz öğretmenimizin bulunduğu paylaşım ortamında bir soru yönelttim: ‘Kıymetli Hocalarımız, Milli Eğitim Bakanlığı’nın değerlendirmelerinize açtığı ‘Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli” adlı çalışmayı, açıp okuyan, inceleyenler kimler?” Bunu sordum. İnanın kardeşim, sadece bir öğretmenimiz, o da şöyle bir bakmış. Her birinin kendi alanıyla ilgili okuyacağı topu topu kaç sayfa ki? Okuyan bile olmamış, üstün körü baktığını söyleyen bir kişi hariç!”
X
Durumlar genellikle böyle.
Öğretmenlerimiz kızmasın.
Üzerlerine düşeni yapan öğretmenlerimizin ellerinden, gözlerinden öper, saygılarımı arz ederim.
Bununla birlikte genel tablo pek iyi değil.
Sadece orada mı?
Bizim meslek alanı, büsbütün toparlanmaya muhtaç!..
Çuvaldızı kendimize batıralım.
Gazetecilerin durumu da bu, genellikle okumuyorlar!..
Eskiden “eğitim muhabirleri” vardı, gazeteler de eğitim alanında uzmanlaşmış yazarları istihdam ederlerdi.
Şimdilerde öyle bir şey kalmadı gibi; koca koca markalar, ajanstan gelen haberlerle günü kurtarıyorlar.
Muhabir sayısı iyice azaldı, bir alanda uzmanlaşmış muhabir pek kalmadı medya organlarında.
Birçok “acemi” muhabir, asgari ücretin biraz üzerindeki maaşlarla yayına çıkıyor, olay mahallinden ajans metnini biraz değiştirerek okumakla bağlantı takılıyor!
Eğitim işi de, en çok şikayet edilen ancak üzerinde pek de çalışılmayan bir mesele olarak güme gidiyor.
İşte, müfredat değişikliği var, çok önemli mesele.
Kaç kanalda bu tartışılıyor, uzmanlar tarafından enine boyuna, madde madde değerlendiriliyor?
Hoş, bu yapılsa da “maganizinleştirilmiş” beyinlerin kaçı ilgi gösterir de seyreder bunları?
X
Yazının başında, CHP’lilerin protesto için gittikleri Milli Eğitim’de meyve suyu ve simit ile ağırlandıklarını söylemiştik.
Onlar yine, protesto edecek kadar ilgileniyorlar meseleyle.
Ak Parti Grubu’nda bu işlerle ilgilenen ne kadar vekil var; hangi vekillerin katkısı alınıyor, hangi vekiller, olması-olmaması gerekenleri raporlayarak Sayın Milli Eğitim Bakanı’na sunuyor?
Siyaset de uzak bu işlerden.
Oysa, bir vakitler ne vekillerimiz vardı, geceleri gündüzleri eğitim olan.
X
Sivil toplum büsbütün sıkıntılı.
Elbette gayretle çalışanlar var, ama çok azınlıkta.
Birçok sivil toplum örgütü sırtını siyasete dayamış.
Birçok sivil toplum örgütü yöneticisi, oraları “atlama taşı” olarak görüyor.
Bazıları için ise, emeklilik dönemi uğraşısı.
Evdekiler, “Bu da emekli oldu, çorbanın tuzuna, yemeğin yağına, her şeye karışır oldu. Gitse de, biraz rahat etsek!” diye mızırdanınca, çokları için bir sivil toplum örgütüne sığınmak çıkar yol oluyor!..
Gidiyorsun oraya, çayın çorban geliyor.
Sabah kahvaltını yapıyor, gelen gidenle lâflıyorsun.
Neyse ki, ÖNDER-İmam Hatipliler Derneği gibi yapılarımız var.
ÖNDER Ankara İmam Hatipliler Derneği Genel Başkanı Mehmet Fatih Serenli ve Ekibi’ni görünce morallerimiz yerine geliyor, oralardaki çalışmalar "İşte bu!" dedirtiyor da...
Çok daha fazlasına ihtiyaç var.
ONMİLYONLARCA ÖĞRENCİ!
Bizdeki öğrenci nüfusu, Avrupa devletlerinin birçoğunun nüfusundan fazla.
Kimilerinden kat be kat fazla!..
Bırakın anaokulunu, ilk-orta okulu, liseyi…
Üniversite öğrencilerimizin sayısı bile, birçok Avrupa ülkesinin toplam nüfusunu geçiyor.
Aşağı yukarı 9 milyon üniversite öğrencisi, deli rakam!..
İstikbal göklerdedir ya da değildir, bilemem ama istikbalin eğitimde olduğu şüphe götürmez!..
x
Bu memlekette istikbale ne kadar az önem veriliyor.
İçinde bulunduğumuz hallerin istikbal ve istiklâlimizi ne denli tehlikeye attığı meselesi, ne kadar da az kafaya takılıyor!..