Dolar (USD)
32.51
Euro (EUR)
34.92
Gram Altın
2430.84
BIST 100
9802.79
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

26 Şubat 2020

Eğitim istatistikleri yanıltıcı olabilir

Neredeyse 20 yıl süren Vietnam Savaşı sırasında, savaş tüm şiddeti ile devam ederken ve taraflar birbirlerine karşı hamle üstüne hamle yaparken savaşın önemli aktörlerinden birisi olan ABD Savunma Bakanı Robert Strange McNamara, o günlerde tüm ordu birimlerine bir talimat verdi.

Talimat şuydu: Bir dizi standartlar eşliğinde ülkedeki tüm yerleşim yerlerinin bir nevi güvenlik karnesi çıkartılacak. Buna göre belirli standartlara uygunluk derecelerine uygun olup olmama durumlarına göre yerleşim birimleri tarandı, incelendi, tasnif edildi. Ortaya çıkan devasa veri havuzunu gözden geçirmek, incelemek bile başlı başına insan ve zaman kaynağına mâl oluyordu. Mesela Saygon çevresinde yer alan bir köy, standartlara göre değerlendiriliyor ve deniyor ki: Güvenlik derecesi %92. Yahut uygulanan aynı prosedürün neticesinde başka bir yer için şöyle bir sonuç elde ediliyor: %38 güvenli… Böyle yüzlerce yerleşim birimi ile ilgili rakamların sıralandığını düşünün: %58, %42, %63…

Savaştan yıllar sonra ordu mensupları ile yapılan söyleşilerde şirket yöneticiliğinden savunma bakanlığına gelen McNamara’nın bu yöntemlerinin o günlerde savaşı ve savaşın gidişatını anlamak adına aslında hiçbir şey söylemeyen rakamsal ifadelerden öteye gitmediği vurgulanacaktı. İstatistikler ünlü bir deyişte ifade edildiği gibi asıl görünmesi gerekeni örten bir işlev görüyordu.

**

Eğitim söz konusu olduğunda çoğumuzun eğitimden beklentisi soyut ve spesifik. Öte yandan eğitim sisteminin son derece somut sonuçları var önümüzde. Bir de eğitim kurumlarının öğrenci, öğretmen, bina sayıları ile donanım verilerini içeren bir yekûn söz konusu. Eğitim istatistikleri bu yekûnun ifadesinden ibaret. Ne var ki bu yekûn ile beklenti arasındaki mesafe ve mevcuda ilişkin gerçeklik arasında sanıldığı gibi bir bağlantı kurmak yanıltıcı olabilir.

Bugüne kadar tüm Cumhuriyet hükümetleri eğitim alanında kurguyu ve amaçlılığı değişmez, değiştirilmesi dahi teklif edilemez bir itikad olarak kabul ettiler. Öğretmen, derslik ve okul sayısı arttırılmalıydı. Okulların teknolojik donanımı geliştirilmeliydi. Neredeyse 100 yıldır eğitimde bunu hedefliyoruz.

**

Dün Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın himayesinde bir proje başlatıldı.

"Okullardan Yarınlara" isimli proje ile Milli Eğitim Bakanlığı’nın ihtiyaç duyduğu 13 bin okulun bağışçıların katkısıyla inşasına başlanacak. Projenin tanıtımının yapıldığı törende konuşan Cumhurbaşkanı, üniversite sayısını 76'dan 207'ye, akademik personel sayısını 70 binden 170 bine, üniversite öğrencisi sayısını ise 1,6 milyondan 8 milyona yükselttiklerini, zorunlu eğitimi 4'er yıldan oluşan üç kademeli şekilde 12 yıla çıkardıklarını ifade etti. İlk ve ortaöğretimde 343 bin olan derslik sayısını 590 bine yükselttiklerini, öğretmen sayısını atadıkları 652 bin yeni öğretmenle 946 bin yaptıklarını dile getiren Erdoğan, FATİH Projesi'yle öğretmen ve öğrencilere 1.5 milyona yakın tablet bilgisayar dağıttıklarını, 432 bin sınıfa etkileşimli tahta yerleştirdiklerini, 46 bin okula da çok fonksiyonlu yazıcı kurduklarını söyledi. Erdoğan bu verileri paylaştıktan sonra Milli Eğitimin okul ihtiyacının devam ettiğini belirterek hayırseverleri ve bağışçıları göreve çağırdı.

Eğitim toplumun tümünü ilgilendiren bir alan ve sahiplenilmesi de kuşkusuz toplumun her ferdinden sorumluluk talep ediyor. Öte yanda sivil toplum-eğitim arasındaki ilişki devletin ihtiyaç duyduğu noktada ekonomik katkının ötesinde de düşünülmeli. Zira yakın tarihimiz bu açıdan öğretici. İstatistiklere yansıyan rakamlar büyürken eğitim sisteminin beklentilere cevap verme kapasitesi sürekli küçülüyor. Ortada bir yanlış ya da yanlış anlama olduğu kesin. Öğrenci, öğretmen, bina sayısı ve teknolojik girdi artmış. Ne var ki istenilen eğitim kalitesi bir türlü yakalanamamış. Devlet tekelinde eğitimin sınırlılıkları sivil toplumun eğitim sahasında özgür bir ortamda neler yapabileceği üzerine düşünmeliyiz, diyorum.

Neyle karşılaşacağımız konusunda kesin bir şey söylenemez. Ancak nasıl devam edemeyeceğimiz artık aşikâr değil mi?