Dolar (USD)
35.19
Euro (EUR)
36.82
Gram Altın
2966.39
BIST 100
9724.5
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE
23 Ocak 2020

Eğitim Fakültelerine neşter vurmalı!

Toplum olarak öğretmenlerin yetkinliğini, yetersizliğini, meslekî formasyonunu, pedagojik yönünü tartışıyoruz sürekli. Ve tartışmanın nihayetinde mevzu eğitim sistemimize ve yetersizliğine geliyor. Eğitim sistemimiz yeterli mi yetersiz mi tartışmanın o kısmına girmeyeceğim ama şunu rahatlıkla söyleyebilirim ki; üniversitelerde verilen lisans veya yüksek lisans eğitimi öğretmenlik mesleğini icara ederkenki süreçte öğretmenlerin ihtiyacını ve beklentilerini kesinlikle karşılamıyor. Bence bunu tartışmalıyız…

Bugün öğretmenlerin birçoğu dersi anlatmadan önce internetten veya farklı kaynaklardan araştırıp sınıfa girip ders anlatıyor (Bunu öğrenci de yapabilir, internetten bakıp öğrenebilir). Ya da nöbet tutmayı, öğretmen-idare arasındaki iletişimi, öğretmenler odasının sosyolojik yapısını, sınıf defterinin doldurulması, akıllı tahtaların kullanımı, veli toplantılarının yapılması başta olmak üzere birçok şeyi mesleğe girdikten sonra meslek içinde öğreniyor olmasında sistemin değil, daha çok üniversitelerin eksikliği. Neden biliyor musunuz? Çünkü üniversitede aldığı eğitimde kendini yetersiz gören ve öğretmenlik yapmakta endişeleri olan ve süreç içerisinde mesleğini icra ederken bu endişeleriyle yüzleşip onlarla cebelleşen öğretmenlik modeli yetişiyor eğitim fakültelerinden.

Eğitim fakültelerinden öğretmen değil eğitimci yetiştirmemiz gerekiyor. Madem öğretmen yetiştiriyoruz, neden fakültelerin adı Öğretmen Fakültesi değil de eğitim fakültesi oluyor? Öğretmenlik kısa süreli, eğitimcilik ise daha uzun soluklu bir misyonu içerisinde barındırır. Öğretmen sınıfta öğretir, eğitimci her yerde. Örneğin, mahallede billboardda asılı bir reklamdan veya afişten öğrenilen bilgi de eğitimin ve eğitimcinin bir ürünüdür; durakta ya da metroda öğrenilen bir davranış da… Çoğu öğretmen, sınıftan çıkmasıyla öğretmenlik kimliğini bir kenara bırakır. Ama eğitimci öyle değildir. Bir öğretmenin literatüründe, haklı olarak, tatil kavramı olabilir, üniversiteden o şekilde yetişmiştir; ama bir eğitimcinin literatüründe tatil kavramı yoktur. Bir eğitimci her ortamda, her zamanda öğretir ve öğretmeye meyillidir.

Sahaya inip gözlem yaptığınızda şu kanıya varırsınız: Öğretmenlerin lisansta 4-5 yılda aldıkları eğitim mesleklerini icra ederkenki ihtiyaçlarını kesinlikle karşılamıyor hatta çok uzağına düşüyor… Belki eğitimde sırtımızın bu denli kambur olması, omuzlarımızdaki ağır yüklerin en büyük sebebi de öğretmenlerin lisansta aldıkları eğitimlerin yetersiz oluşudur. Bir okul müdürü bana şunları söylemişti: “Ayşe Hanım haftada en az 2 dilekçe getirir bana. Dersine girdiğim x sınıfının öğrencileri bana ders işletmiyorlar diye yazar. Ahmet ise, o da haftada 1-2 dilekçe getirir bana, dersine girdiğim y sınıfının öğrencileri bana karşı çok saygısız diye… İkisi de aday öğretmen. Ve okulumdaki neredeyse bütün aday öğretmenlerden benzeri yönde dilekçelerle dolu masam.”

Genellemek ne kadar doğru diyeceksiniz biliyorum ama birçok okulda aday öğretmenlerin kahir ekseriyetinin durumu bu şekilde. Sınıfı yönetemiyorlar, derslerini işleyemiyorlar ve süreç içerisinde öğreniyorlar. Oysa ki sınıflarını yönetemeyen bu aday öğretmenlere üniversitede sınıf yönetimi dersi verildi, değil mi? Demek ki bu dersin ya içeriği ya da işleniş biçimi yetersiz ve bu adayların, öğretmenlik mesleğini icra ederken ki ihtiyaçlarını karşılamıyor. Şu veya bu sebeple yeterli düzeyde donatılamamışlar. Okul yönetimleri de öğretmenlerden oluşuyor ve bildiğim kadarıyla bu konuda da yeterli düzeyde dersler yok üniversitelerde. Yüksek lisans derslerinde var…

Örneğin lisanstan mezun olup KPSS’ye giren ve atanan aday öğretmenlere MEB tarafından neden hizmetiçi ya da hizmet öncesi (oryantasyon) eğitimi verilir? MEB tarafından böyle bir birimin kurulması veya varlığı, lisans eğitimlerinin yetersiz oluşuyla bağlantısı var mi? Aday öğretmenlere danışman öğretmen atanması, lisansta aldıkları bazı bilgilerin veya becerilerin yetersiz oluşu ve danışmanı tarafından yardımcı olunması, rehberlik edilmesinden kaynaklı değil mi?

Lisans eğitimlerin yeniden düzenlenmesi ile birlikte sırtımızdaki kambur bir nebze olsun düzelmeye ve yükümüz hafiflemeye doğru gidecektir. Eğitim sistemimizin en büyük sorunu yetkinliği olmayan insan kaynakları sorundur.

İnsan yetiştirmek sanatın en zor olanıdır. Bu nedenle eğitim fakültelerinin de işleri çok zor, farkındayım ama eğitim sistemimizdeki insan kaynakları sorununu halletmek istiyorsak eğitim fakültelerindeki demin bahsettiğim konulara neşter vurmak gerekiyor.

Eğitimde yapmamız gereken çok iş, almamız gereken çok yol var.