Eğitim, ama nasıl eğitim!
İnsan iradesini harekete geçirdiğinden dolayı, davranış adını alan eylemlerin başlangıç noktası ve kaynağını inançları oluşturur. Bu yönüyle insana insan olma özelliğini kazandıran temel yapı taşlarından biridir inanç. Davranış, dini-ahlaki sorumlulukları olan ibadetler başta olmak üzere toplum yararına gerçekleştirilen her türlü sosyal faaliyet ve uygulamalardır.
İnsanın yaptıkları, karakterinin tezahürüdür. Bir insanın kişiliğini analiz ederken onun yaptıklarından yola çıkar, sonuca öyle gidersiniz. Sorumluluk bilinci taşıyan insanlar gerçek anlamda inanan ve inançlarının gereğine göre iyi ve güzel davranışlarda bulunanlar ve gündelik hayatlarında Allah’a karşı sorumluluk bilinci taşıyanlardır. İnanç ve davranış güzelliğine sahip muhsin kişiler yani ihsan sahipleri, Allah’ı görüyormuş gibi davranan ve davranışlarında titizlik gösteren kimselerdir. Hz. Peygamber, bir mü’minde olması gerekenle olmaması gereken ikişer özellik saymaktadır. Bunlar müminin kişilik yapısını gösteren bariz özellikler olarak düşünülmelidir.
Mü’minin özellikleri
Olması gereken iki özellik şöyledir: Mümin saftır; kötülük bilmeyen, kalbi temiz, hile bilmez, herkese karşı hüsnüzan besleyen kişidir. Saflığı bön ve geri zekâlı anlamında değil, temiz kişi anlamındadır. Mümin kerimdir; çok cömert, çok affeden ve güzel ahlaklıdır. Olmaması gereken diğer iki özellik ise: Hilekârlık ve alçaklıktır. Bu özellikleri ile kişi mümin değil fâcir olur. Fâcir ise asi ve günahkâr demektir. Günah işlemekte hiçbir sakınca görmeyen kişi demektir. İslam, insanların ihtiyaç duydukları bir zamanda yağan bereketli yağmur gibidir. İnsanoğlu da muhtelif nitelikteki topraklara benzer. “Davranış inancın değil, inanç davranışın şartıdır.” İnsanların bir kısmı, dinî ilimleri bilen, onunla amel eden ve onu başkalarına da öğreten kimselerdir. Bunlar, yağan yağmuru emip ondan kendi faydalandığı gibi çeşit çeşit bitkiler yetiştirmek suretiyle insanlara ve diğer canlılara da fayda sağlayan mümbit topraklara benzetilmektedir. Yani hem kendisi faydalanan, hem de başkalarına fayda veren insanlardır onlar. Anlayış sahibi kişinin halidir bu hâl. Peygamberimizin getirdiği din, suyun toprağı canlandırması gibi ölü kalpleri diriltir.
Başkalarına fayda vermek!
Müslüman öğrendikleriyle sadece kendisi faydalanmaz, aynı zamanda başkalarının da faydalanmasına vesile olur. Olunması gereken, tavsiye edilen budur. Diğer bir kısım insan da bu ilimleri öğrenmiş, ancak onu güzelce anlayacak, manasını ve ihtiva ettiği hükümleri kavrayacak durumda değildir. Ama yine de onu koruyor, ihtiyaç duyanlara ve isteyenlere veriyor ve böylece onlara fayda sağlıyor. Bu kimseler de, tuttuğu su ile insanların ve diğer canlıların faydalanmasını sağlayan toprak gibidir. Bunlar, kendileri gereği gibi faydalanamadığı halde başkalarına fayda veren insanlardır. Kendilerine faydası olmayan ama insanlara faydalı olan kişilerdir. Başka bir kısım insanlar daha vardır ki, onlar ne ilim öğrenir, ne onunla amel eder, ne de başkalarına aktarırlar. Bunlar suyu tutmayan kaypak ve verimsiz toprağa benzerler. Ne kendilerine faydaları vardır, ne de başkalarına! Bu gruptaki insanlar da iki kısma ayrılır: Biri, dini kabul etmiş, ama ilim öğrenmemiş veya ilim öğrenmiş, fakat onunla amel etmemiş olan kimselerdir. Bunlar iltifat edilmeyecek kişilerdir. Diğeri ise dini kabul etmeyen, din kendisine tebliğ olunduğu vakit onu inkâr eden kimselerdir. Bunlar da hidayetten nasipsiz kimselerdir. Mü’min lüzumsuz iş ve sözden uzak duran kişidir. İnsanın gereksiz sözleri terk etmesi, Müslümanlığının güzelliğindendir. Sözler ve işler iyi bir insan olmanın delilleridir. Boş iş ve sözlerden kaçınan kişidir mü’min.
Diyalog, iletişim önce dil ile başlar, sonra diğer azalar devreye girer. İnsan söylediği söze uymak ve onun peşinden gitmek ihtiyacı hisseder. Dil doğru olursa bütün azalar doğru olur. Dil şaşırırsa bütün azalar da şaşırır.
Hem kendisi faydalanan, hem de başkalarına fayda veren insanlar olmamız temennisiyle…