Dolar (USD)
34.57
Euro (EUR)
36.00
Gram Altın
3017.21
BIST 100
9549.89
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE
14 Eylül 2023

​Eğitim.. 12 Yıl… Mecburen!..

-Örgün eğitim sistemimizde bilginin ve sınıf geçerek mezun olmanın tek ölçütünün yalnızca ders kitapları ve testlere dayalı sınavlar ile alınan notlar olması büyük sıkıntı.

Bir başka sıkıntı da, öğrenciye kullanmayacağı bir kısım verilerin “bilgi” diye dayatılması ve çocukların bu verileri ezberlemekten mesul tutulmasıdır!

Oysa talebenin, öğrendiklerini çoktan seçmeli testler yoluyla aktardığı ölçüde değil, bilgiyi kullanabildiği öncüde başarılı sayılması daha doğru olanıdır.

Geçmişte Anadolu’da kullanıldığı bilinen “Marifeti olmayanın ilmi de olmaz!” özdeyişi, fertleri, marifet üzerine eğilmeden bir takım ezberler ve testlerle yalnızca “kuru bilgi” ezbercisi haline getiren anlayışa bir cevaptır.

Bu anlayış, gençliği bir kalıba sokarak aynı fabrikanın mamulü haline getirmeye hizmet eder.

Şimdiye kadar onca kuşağı heder eden Türkiye okul sisteminin yıllardan beri varamadığı idrak düzeyi budur.

Bireyleri, kesin zaman dilimlerine bölünmüş, günlük, haftalık, yıllık koşuşturmalarla “meşgul ederekömürlerini heba eden, tüketen pozitivist eğitim paradigması insanımızı derin bir kafa tedirginliğine sürüklemiştir.

Eğitim, hazır bir takım malûmatlara sahip olmaları için insan kitlelerini “sürü” misali yetiştirme etkinliği değildir.

Ezber ve tekrara dayalı bir sistemle arzu edilen liyakatli kuşaklar değil, kurtuluşu kendini inkârda arayan idraki başkalarının düşüncelerine perçinli canlı cenazeler yetiştirilebilir.

Hz. Ali, “İlmin azamisi, dilde olanı, âlâsı (yükseği) ise her uzvundan tecelli edenidir.” der.

Nice insanlar vardır ki, ilim zannettikleri, ruhsuz -yavan, faydasız bilgilerle dünyadan göçüp gitmişlerdir.

Hayatın, dünyanın zorluklarına karşı çelikten kale gibi “dimdik durabilecek” nesiller yetiştiremeyen, topluma aydınlık bir çıkış yolu sunmaktan yoksun…

Fertlere yalnızca Batılıların “data” (veri) dedikleri yavan “malûmat paketlerini” belleten köhne bir sistemi kim ne yapsın?

Böyle bir sistemle olsa olsa olsa dünyevi nimetlere karşı zaaflarla dolu, zorluklara karşı dayanaksız, teslimiyetçi kuşaklar yetiştirilebilir.

x

Tefekküre ve ilme yaslanan makalelerini, kitaplarını okumaya gayret ettiğimiz Muhterem Hasan Can, “milli denilen eğitim”in halini böyle anlatmış.

Tek tipçi, ezberci, kuru bilgileri yükleyen, talebelerin kabiliyetlerini geliştirmek yerine, milyonlarcasını bir yerlerde toplayarak “meşgul” eden, hayatlarının en güzel çağlarını tüketen bir yapı.

BİNA OKULLARI!

Tam 12 yıl boyunca, “binalara” mahkûm ediyoruz çocuklarımızı, gençlerimizi…

Kahir ekseriyeti, hayattan, mücadeleden kopuk bir şekilde, okula gidip geliyor…

Lise yıllarınızı hatırlayın; harala gürele yılları.

Hurrrra sınıflara…

Hoca gelsin, beş on dakika sınıfı susturmaya gitsin.

Son on dakika da “of, pufI”

Arada üç beş şey öğretebilirse ne alâ…

Lise mecburi.

Büyük okuma azmiyle okula giden genç, bir an evvel ders başlasın istiyor.

“Mecburen” giden genç ise, oflaya puflaya, yaramazlık yapa yapa okumak isteyen gence de engel oluyor.

Öğretmenlerin ömrü de, haylazları susturmaya çalışmakla geçiyor.

Çocuklar, bilhassa da gençler, okul-hayat bağlantısı kuramıyorlar, binalara gidip gelirken…

Mezun olduktan sonra ne yapacaklar?

Ne işe yarayacaklar?

Aileleriyle birlikte mi oturacaklar, yoksa ayrı bir yere mi çıkacaklar?

Evlenip yuva mı kuracaklar, yoksa en az orta yaşa kadar “bekâr” kalmayı mı tercih edecekler ya da böyle yapmaya mecbur mu olacaklar?

Çocukları harala gürele koşturuyoruz.

Okullarda kabiliyetlerine göre yönlendirmeye yarayacak mekanizmalar yok.

Ya da şeklen var.

Malûm, rehberlik öğretmenliği öğretmenlikten sayılmıyor maalesef.

Siz okurken, rehberlik öğretmenleriniz var mıydı?

Vardı büyük ihtimalle.

Peki onlardan birinin ismini, hadi bıraktık ismini, suretini hatırlıyor musunuz?

Okullarda bir “bedenci”, bir de “rehberlikçi”, (aşağı yukarı) öğretmenden sayılmıyor.

Kaç rehberlik öğretmeni kaç çocuğun kabiliyetini keşfetmiş ve o alana yönlendirmeleri için ailelerine tavsiyelerde bulunmuştur acaba?

Hoş bunu yapsa da, faydası yok.

Okula 12 yıl boyunca gitmek mecburi.

“Çıraklık Okulu”nu mu tavsiye etsin?

Eskiden olsaydı, ilkokulu bitiren için yol açıktı…

Verirdin bir ustanın yanına, aslanlar gibi yetişirdi.

Hem ruhu, hem de mesleki birikimi gelişirdi.

Nerede nasıl konuşacağını, kime nasıl hitap edeceğini bilirdi.

O eski ustalar,

işlerinin ehli adamlardı, büyüğe saygıları, küçüğe sevgileri vardı.

Şimdilerde, ustalar yetiştirecek çırak bulamıyorlar.

Birçok meslek, “yetişmiş eleman” sıkıntısından dolayı can çekişiyor.

Ustalar, yetiştirmek, ülke üretimine kazandırmak için yetenekli, gayretli çıraklar ararken…

Çocuklar, topyekun “şafak” sayıyor, 12 yıl kaç gün ederse artık!..

Bunun bir de üniversitesi var.

Liseden kahir ekseriyeti “mesleksiz” çıkan genç için mecburi istikamet üniversite!..

Oraya gidince hayatı en az bir dört yıl ötelemiş oluyor genç.

En az dört yıl.

Çoğu, üniversiteyi bitirene kadar bir, hatta iki yıl kaybediyor.

Oluyor mu sana yaş neredeyse 30!

Aslında, çoğu üniversite lise gibi bizde, çoğu lise de ilkokul gibi.

Lisede, çarpma, bölme yapmasını bilmeyen nice genç var.

Çarpma, bölme yapmasını bilmeyen lise öğrencisiyle ne yapacak matematik öğretmeni?

Hadi, onlar için taaa temelden başlasa, bu merhaleleri çoktan geçmiş, matematikte hızla ilerlemek isteyen gençler sıkılmaz mı?

Dersten kopmaz mı?

Bizim eğitim sistemi, herkesi aynı kaba yerleştiriyor.

Bir de marifetmiş gibi, bir yıl daha kaybettirmek bir işe yararmış gibi, liseyi üç yıldan dört yıla çıkartıyor!..

Çocuk ne kadar çalışkan, ne kadar kabiliyetli olursa olsun, o yılları tamamlamak mecburiyetinde.

Okumak isteyenlerle istemeyenler, tembellerle çalışkanlar aynı ortamda.

Sonra…

İnanmak güç gelecek ama, ben, “şarkı sözleri” hariç, bir dörtlük olsun bilmeden Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’ne gelmiş öğrenciler gördüm.

İletişim Fakültesi mezunu olduğu halde, düzgün cümle kuramayan gençler gördüm.

Çocuk istemiyor ki?

Okumak istemiyor!..

Peki niçin gidiyor üniversiteye?

Kendisini mecbur hissettiği için, yapacak başka bir şeyi olmadığı için…

Bir yeri tutturayım, sonra belki devlete kapak atarım” diye düşündüğü için…

“Bizimkiler de çok kafa ütülüyor, hiç olmazsa dört yıl evden uzaklaşırım.” diye düşündüğü için…

“Üniversiteli olmayı marifet bellediği” için!..

Kimse oraya buraya çekmesin;

Ders çalışmaktan zevk alan, okumaya-yazmaya hevesli, okulunu, üniversitesini seven gençlerin gidebildikleri yere kadar gidebilmeleri için bütün imkânlar hazırlanmalı.

Diğerleri için ise yol yakınken, yeni yollar bulunmalı.

Efendim işte okullar açıldı.

Gençlere bu sene de, bize 40 yıl evvel anlatılanlar anlatılacak.

Bir şey değişmemiş gibi, dünya öylece kalmış gibi.

Bilgi her talebenin parmaklarının ucunda değilmiş, arama motoruna giren, derslerde anlatılanların milyon katına anında ulaşmayacakmış gibi…

Şimdilerde…

Öğretmen “akıllı” tahtanın başına geçecek…

Ders anlatmaya başlayacak…

Kimi çocuklara çok yetersiz gelecek anlatılanlar, hatta “yakın tarihin yalanları” misali gerçek dışı gelecek.

Soru soracak…

Ya da “Boş ver, bilmez nasılsa!” diyecek…

Genç, dinler gibi yapacak…

Karşısındakinin eksikliklerini daha çok da müfredatın kusurlarını bizim çocukken, gençken gördüğümüzden çok daha fazla görecek.

Çoğu zaman gördüğü halde “susacak.”

“Suskunluk sarmalı”na girecek!..

Ve kanat açıp göklere uçabilecek olanlar da…

12 yıl boyunca orada çakılı kadro bekleyecek!..

Uçmayı unutmuş halde, dışarı bırakılıverecek!