Dolar (USD)
32.45
Euro (EUR)
34.70
Gram Altın
2434.63
BIST 100
9915.62
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

16 Nisan 2020

Eğer yok olmaktaysak, uyarılmadığımızı söyleyemeyiz

Eğer yok olmaktaysak, uyarılmadığımızı söyleyemeyiz diyor Erich Fromm. Frommun haksız olduğunu söyleyebileceğimizi zannetmiyorum. İnsanlığın nabzını tutmaya çalışan pek çok kalburüstü insan, gidişatın hayra alamet olmadığını fırsat buldukça söylemeye çalıştı. Herşeyin yolunda olduğu, olması gerektiği gibi ilerlediği haykırışları altında ya bu sesler duyulmaz oldu, ya duyduğu halde yok oluşumuz için dile gelen hususların, görülmeyen, bilinmeyen birilerince mutlaka hal yoluna koyulacağı iyimserliğiyle bu sesler bastırıldı ya da uyarılarda dile gelen hususlar üzerinden yükseltilecek adil ve özgür bir dünya mücadelesi için yeni bir dirilişi, direnişi mümkün kılacak ilkesel, ahlaki, düşünsel, ameli bir varoluş yerine mevcuda hayat veren sorumluluk kaçkını’ komplocu, ağlak bir dilin mezesine dönüştürülerek etkisizleştirildi bu sesler.

Küresel bir krizle boğuştuğumuz şu günlerde de benzer bir tepki spekturumu ile karşı karşıyayız. Bir an önce kriz üzerinden yaşadığımız teknik-tali aksaklığın giderilip eski düzene dönmeyi bekleyenler var. Bu krizin ardından hiçbir şey eskisi olmayacak olsa da yine bir şekilde yeni bir düzen kurulacağına umanlar var ve yeni teknolojiler eşliğinde insan türü için karşı koyulması, değiştirilmesi mümkün olmayan distopik hazin bir sonun gelmekte olduğunu düşünenler var. Tüm bu tutumlarda benzer bir şey var: Bir irade, değiştirici bir güç, bir direniş odağı olarak ben yokum! Zaferle değil, seferle yüklü bir inancın hüküm sürdüğü hatta ise görünüm büsbütün harap halde. Batı cephesinde görünümün Ziya Paşanın Diyar-ı küfrü gezdim beldeler kâşaneler gördüm tespitiyle uyumlu olduğunu söylemek güçse de Dolaştım mülk-i İslamı bütün viraneler gördüm sözlerinde bir haksızlık olduğunu söylemek de pek mümkün değil.

Derdim, verilen tepkileri sıralamak veya mahkum etmek değil elbette. Ancak bu hengame içinde anlamsız savrulmalar yerine iddialarımızla mütenasip bir eylemlilik ve düşünsel performans lehine yol almamız gerektiğinin altını çizmek durumdayız. Devam edecek eski düzenin veya kurulacak yeni dünyanın kaderinin bizimle ilintili olacağının altını çizmemiz gerekiyor. Etkisiz bir eleman olmadığımızı, bir uyum aparatı olamayacağımızı bilmek durumundayız.

Zorunlu şartların getirdiği savrulmaları meşrulaştırmak, bunların gerçekten de gerekli şeyler olduğuna kendimizi ve başkalarını inandırmaya çalışmak gereksiz bir tutum olmanın yanı sıra çaresizlik göstergesidir. Bu coğrafyada örneğin yüz yıla yaklaşan bir süredir siyasi bir form olarak ulus devletin yapıp ettiklerinden şikayet etmiş bir toplumsal kesimin güç bela surlarında bir takım gedikler açarak nefes almaya başlayabildiğini unutarak bütün cesametiyle ulus devletin geri dönüşüne, meşru ve makbul bir aktör olarak sahneye çağrılışına sessiz bir şekilde seyirci kalması izaha muhtaç değil mi? Atom bombası bulutu Hiroşima üzerinde değil çağdaş bilimin üzerinde dolaşıyor diyen Roger Garaudynin bizi davet ettiği sorgulama yerine operasyonel bir aygıt olarak, devletin ideolojik bir aracı olarak hoyratça kullanılagelen bilime, tıbba daha canı gönülden alan açıyoruz. Onları meşrulaştırıyor, hayatı ilahi bir hüküm formatında sorgusuz-sualsiz tanzim edişine, bir ilahi otorite formatında konumlanışına ve bizimle ilişkisini o şekilde kurmasına ses çıkarmıyoruz. Daha doğrusu kurduğumuz ilişkinin mahiyetinden habersiz şekilde iş görüyoruz. Başımıza gelen belalaların kendi yapıp ettiklerimiz ve yapmayıp etmediklerimiz yüzünden geldiği ilahi ikazı açık. Bugün yaşadığımız dünyayı yaşanmaz kılan tüm temel yapılar, olağanüstü bir halin oluşturduğu koşullar nedeniyle aynı zamanda kurtarıcı’ olarak kodlanıp sahneye çağrılıyor. Bir akıl tutulması içinde yokoluşa doğru gitmeye devam ediyoruz. Celladını kurtarıcıya dönüştüren insanlığın kurtuluş beklentisi de kendisi gibi kifayetsiz oluyor. Ne diyelim!