Efendice bir kader dileği
İnsan kaderinin efendisi mi? Seçimlerinin… Efendice yaşayacakken, daha kolayına gittiği için kişiliksizliği, ben anlamamcılığı mı seçiyor?
Son yıllarda herkes kulaktan kulağa oyununda birbirine şu cümleyi tekrarlıyor: “Coğrafya kaderdir.” Bir yere kadar eyvallah. Fakat hepimiz iyi biliriz ki: o coğrafya üzerinde efendilik ve kölelik oynayanlar üzerinden oluşur o kader. Coğrafyanın kaderin sergilendiği sahne olması itibariyle yeri ve değeri ne kadar çoksa da, bir başrol oyuncusu olamayacağını iyi biliriz. Bir toprağa kutsallık atfeden Yüce İradenin tam karşısına geçen insanın, özellikle orada dünyanın bütün suçlarını işlemesine, değerlerle zıtlaşmasının zirvesini tam da o topraklarda yapmasına diyecek bir şey bulamayız. O zaman da kaderin bütün yükünü coğrafyaya yükleyemeyiz.
Toplumsal kader, birlikte yaşadığımız bin bir çeşit insan ve tercihle birlikte gerçekleşirken "efendiliğimiz veya köleliğimiz" arasında durup bir düşünelim istedim. Kaderimizin efendisi mi olacağız, kölesi mi? Tercihlerimizi bizzat seçebilecek miyiz, yoksa yakından uzağa, ne başta nefsimiz, egomuz olmak üzere başımıza efendi kesilmişler karşısında iradesi alınmışlar gibi yapacak; o ne isterse onu mu seçeceğiz?
Bize düşenin ne olduğunu bilmeliyiz. Bilinçlenmeliyiz. Gücümüz kadar kader sürmek, kaderimize hâkim olmak buradan geçiyor. Bilinçsizliğimizden veya gücümüzün sınırlılığından dolayı üstesinden gelemeyecek olduğumuz konularda aynı duyarlılıktaki akil insanlarla sağlıklı müzakereler yapmak durumundayız. Müzakerelerden sonra arkamıza yaslanmalı nevi şahsımıza münhasır bir seçim yapmakta mahir olmayı, artık bir refleks olarak zihnimize yerleştirmeliyiz.
İçinde bulunduğumuz şartları iyi anlamak; içinde bulundurulduğumuz şartları bize anlatıldığı, yazılıp çizildiği şekilde dinleyip dinleyip yorumlamak anlamına gelmiyor. Bize inin denilen günlük çukurların dar çerçevesinde biteviye tartışmalar yaparak, bir ileri iki geri debelenmemiz anlamına da gelmiyor.
Dışarı çıkmalıyız. Bazen dışarı çıkmak; kendimizden, kendimiz dediğimiz toplumun benliği/bizliğinden içeri girmektir. Çünkü anladığım kadarıyla güya dışarıda, sosyal hayatın ortasında, medyada, gündemin göbeğinde olup durmanın hepimizin kendinden kaçmak için arkamıza bakmadan biteviye koştuğu, çığlık çığlığa koştuğu bir sığınak değeri var. Evet evet. Tam da böyle.
Geçenlerde bir tv kanalından açılan telefonda benden kaşıkçı cinayeti ve andımızla ilgili program konuğu olup olamayacağımı sordular. Dedim ki: "Gündemle alakasız bi yerdeyim, çekmiyor." Kendi damımda, yıldızlarım, ay'ım, çayımdayım. Merkezden periferiye. Merkezden periferiye... Biz mevziimizdeyiz. Siz devam edin.
Ülkenin gündemine tesir bakımından asıl periferi ben olduğum halde kendimi merkeze almam şu anlama geliyor. Ben en başta kendi gündemime tesir etmek istiyorum. Gündem diye bana daima dayatılan ve aslen beni hiç ilgilendirmeyen, beni bana unutturup günü, akşamı, ömrü aniden bitirecek olan bir törpüye boynumu bağışlamak istemiyorum. Ben kendi boynumdan sorulurken tek başına olacağımı biliyorum. Dolayısıyla boynumun borçlarını tek başına ödemekle sorumlu olduğumu da…
Bir insanın asıl gündemi olan “Şimdi ben insan oldum mu? Ne kadar oldum ya da olamadım?” sorusunun sorumluluklarını unutturan her ezbere karşıyım. Halktan biri olarak benim asıl mevziimden sapmam, ülkemin, dahası insanlığın sapması olacaktır. Kelebek işte bu kadar etkili bir şeydir de…
İşte benim mevziimle ilişkim benim kaderciğimi oluşturur. Mevziimde, sorumluluklarımda değilsem, aptalca başka mevzileri izliyorsam ve izlediklerim hakkında dedikodu yaparak gün geçiriyorsam, ne ileri ne geri bir halde kendi alanımda çakılıp kalmışsam, üretimden tekrarı, gelişimden biraz daha çok kazanmayı, zenginlikten alım gücümün artmasını, pasif ve bencil yatırımı, bilinçli tüketimden haksız bir tasarrufun sonunda zikir eşliğinde genirmeyi anlıyorsam; bittim.
Bugün için tek mevzi medya gibi görünüyor. Hepimiz bir şekilde oraya sığışıyoruz. Başroldekiler, ağızları, ağızları, ağızları, yorumları, yorumları, yorumları ve kendi gündemini unutmuş, ertelemiş ve susmuş ailelerden oluşan figüranların az sonra uyuklayacak gözleriyle… Hepimiz ekrana sığışıyoruz. Ya medyadayız, doğru ya da eğri bizzat üreticisi. Ya da kendi hayatımızda gezinen ve muz teklif eden tüketici.
Bitmeyen siyasi analizlerin yapıldığı, haber programları, tartışma programları ve gazete köşeleriyle medya gibi bir gücün sıkı takipçisi ve öğrencisi olmanın daha ötesinde anlama ve anlamlandırma kaynaklarımızın olmadığını mı sanıyoruz?
Var diyenler kimler? Fakat var desek bile var olanları güncellemeyip hayatı değerlendirmede ana referanslar değerinde kullanma ahlakını taşımadığımızı görüp üzülüyorum.
Fıtratımızın sükûnete ermesini ve boş ile oyalanan ve avunan değil de, hakikaten üstümüze düşenleri yapabileceklerimizi yaptığımız bir hal yoluna girmemizi diliyorum...
Kaderimizi efendice yaşamak içün.