Edebiyatımızda bir Çınar Abdülhak Şinasi Hisar
Türk edebiyatının en çok sevilen isimlerinden Abdülhak Şinasi Hisar’ın bütün eserleri, Everest Yayınları tarafından okuyucuyla buluşturuldu.
Bazı yazarları çok sever, hayatınız boyunca onlarla
birlikte edebî yolculuk yaparsınız. Boğaziçi’ni ve eski İstanbul’u en iyi
anlatan yazar Abdülhak Şinasi Hisar da benim için böyle müstesna bir ediptir.
Zira Boğaziçi’nin şiirini bir uçta Yahya Kemal seslendirirken, nesrini de
Abdülhak Şinasi terennüm etmiştir. Boğaz’ın bir yakasında Beyatlı’nın verdiği
ses, öbür yakasında Hisar’ın şarkısında yankılanmıştır. Edebiyatımızda Yahya
Kemal en çok bilinen, tanınan ve okunan isimler arasında. Peki ya Abdülhak
Şinasi Hisar için aynı şey söylenebilir mi? İstanbul’un bu kara sevdalı,
hatıralarına bağlı romancısı ve nasiri, yazık ki bugün hak ettiği ölçüde tanınıp
okunmuyor. Onun çok sevdiği tabirle söyleyecek olursak bu ‘eski zaman adamı’
unutulmayı asla hak etmiyor.
ÇOCUKLUĞU BOĞAZİÇİ’NDE GEÇTİ
Döneminin hikâyecisi Mahmud Celaleddin Bey’in oğlu olan
Abdülhak Şinasi, 14 Mart 1887 tarihinde İstanbul’da doğdu..Sanat ve
edebiyattan zevk alan, devrin edebiyatçılarının çevresinde bulunan ve Abdülhak
Hâmid, Namık Kemal ve Recaizâde Ekrem Bey’in çok yakın dostları arasında
bulunan babası oğluna, hayranı olduğu Şinasi ve Abdülhak Hamit’in isimlerinin
bir sentezi olan ‘Abdülhak Şinasi’ adını vererek bu edebiyatçılar gibi olmasını
arzu etti. Abdülhak Şinasi’nin doğumu, babasının Hazine-i Evrak, İnsaniyet
ve Mürüvvet gibi dergileri çıkardığı
zamanlara rastlar. Orta öğrenimini Galatasaray Lisesi’nde 1905’te tamamladı.
Tevfik Fikret’ten özel Türkçe dersleri aldı. Çocukluğu Boğaziçi ve Büyükada
gibi İstanbul’un en güzel semtlerinde geçti. II. Meşrutiyet’ten önce gittiği
Paris’te Jön Türk Hareketi’ne ilgi duydu ve Paris’teki kaçak aydınların arasına
katıldı. Ünlü Fransız şairleriyle tanıştı. Paris’te Serbest Siyasi İlimler
Mektebi’ne üç yıl devam etti. Daha sonra İstanbul’a dönerek bir Fransız
şirketinde kâtiplik yaptı. 1913-1931 yılları arasında çeşitli işlerde, 1931-45 döneminde
de Dışişleri Bakanlığı’nda müşavir olarak çalıştı. Hayatı boyunca hiç evlenmedi,
3 Mayıs 1963 tarihinde Taksim’deki evinde vefat etti.
DÜNYA EDEBİYATININ SEÇKİN İSMİ
Çelik Gülersoy, Abdülhak
Şinasi Hisar kitabında 1955 yılında tanıştığı ünlü Alman Türkologu Prof.
Dr. Franz Babinger’in kendisine gönderdiği bir mektupta, “Abdülhak Şinasi
Hisar, sadece Türkiye’nin değil, dünya edebiyatının en seçkin isimlerinden biri
olmaya lâyıktır.” dediğini yazar. Hisar’ın cenaze namazına iştirak eden Gülersoy,
Aksaray Valide Camii’ne çok az bir topluluğun katıldığını, topu topu 50 kişi
bulunduğunu yazdıktan sonra bir kenarda için için ağlayan Frau Buck’un şu
sorusuna muhatap olur: “Almanya’da böyle biri ölünce, ülke ayağa kalkar. Hani
sizin, hiç değilse, üniversite
gençliğiniz nerede?” Gülersoy, bunun üzerine şu notu düşüyor: “Günü ve yeri
değildi, ‘Bir kısmı kahvede, bir kısmı geçim derdinde, bir azınlığı da altında
araba, Bağdat Caddesi’nde!’ diyemedim.” Abdülhak
Şinasi Hisar’ın sağlığındayken değerinin hiç bilinmemesine çok içerlediğini
belirten Gülersoy, kitabının sonunu şu satırlarla bitirir: “Yandığım, sadece,
olağanüstü bir duyuş ve anlatım zenginliğine sahip olan bir yazarın hayatında
hiç anlaşılmamasına ve değerinin bilinmemesine değil, tabii. Onun yaşadığı ve yazdığı koca şehrin
de, batan bir gemi gibi 40-50 yıldır yavaş-yavaş sessizliğini, arınmışlığını,
mavisini, yeşilini... Yani her şeyini, yitirip, boz-bulanık bir diyar hâline
gelmesine de yanmaktayım. Hem de nasıl. Adını koyacak olursak, ikisi de yitip
gitti bunların: İstanbul da, onu en iyi yazmış olan adam da.”
YAZI FAALİYETİ
Yazı hayatının ilk yıllarında hece ölçüsüyle şiirler yazan
Hisar, şiir eleştirisi ve çeşitli konulardaki makalelerini Dergâh, Yarın, İleri, Medeniyet, Ağaç, Türk Yurdu, Milliyet, Dünya dergi ve
gazetelerinde yayımlandı. Onun edebiyata ilgisi, küçük yaşlarda başlar. Eski
İstanbul’un eskimeyen üslupçusu, annesini ve ardından büyükbabasını anlattıktan
sonra evlerine gelen konuklardan söz eder. Onların evde oluşturdukları kültür
ortamını yâd ederken şöyle der: “Evimize birçok misafirler gelirdi. Hele
fıkralar ve maniler söyleyen Adalı Emine Hanım, masallar söyleyen çiftlikli
Zehra Hanım, lâtifeler ve nükteler söyleyen hanımlar ve kıssadan hisseler
anlatan Necip Bey ve vatani sözleri ve kasideleri söyleyen Cemal Bey.” Bu muhit
içinde büyüyen Hisar, daha sonra devrin şair ve yazarlarının eserlerini okumaya
başlar. Yazarımızın bu dönemiyle ilgili anılarını, Edebiyatçılarımızın Çocukluk Hatıraları isimli kitabıma almıştım.
BOĞAZİÇİ
MEDENİYETİ
Eserlerinde daha çok kaybolmuş eski İstanbul hayatını, o
hayatın zenginlik ve renkliliğini, Boğaziçi medeniyetini anlatan Abdülhak
Şinasi Hisar, toplumda görülen hızlı değişme içinde kaybolmakta olan ‘mazi
şuuru’nu ayakta tutmaya çalıştı. Roman, hikâye ve hatıralarında konu olarak
geçmiş zamanı ele aldı. Bu eserlerde, uzaktan yakından tanıdığı, çevresindeki
kişileri dile getirdi. Alışılmadık bir roman tekniğini ustalıkla kullanan
yazarın üslûbu şahsi ve orijinaldir. Boğaz’ın iki yakasındaki hayatı iyice özelleştirerek
buna ‘Boğaziçi Medeniyeti’ adını veren ve Boğaziçi’nde doğup büyümüş olmayı “Hayat
için bir talih” sayan Hisar’a göre “Boğaziçi başlı başına bir medeniyettir.”
Eski İstanbul’un ve özellikle de Boğaziçi’nin günlük
hayatını, insani münasebetlerini, o dönemlerde kullanılan eşyaları, elbiseleri,
köşk ve konak hayatının ayrıntılarını, devrin müziğini, edebiyatını,
mimarisini, ayrıca insanların duygu ve düşüncelerini, hatta hayallerini
yakından tanımak isteyenler için Hisar’ın kitapları vazgeçilmez birer
kılavuzdur. Edebiyatın şiir, hikâye, roman, hatıra ve mensure türlerinde yazmış
bulunan Abdülhak Şinasi Hisar’ın öncelikle romanları okunmalıdır. Yazarın ilk
romanı olan Fahim Bey ve Biz’in yayımlandığı
1941 yılına kadar her ne kadar bazı makaleleri, tenkit ve yazıları çıkmışsa da
Hisar’a asıl şöhretini bu roman sağlar. Bu eserinden üç yıl sonra kaleme
alacağı Çamlıca’daki Eniştemiz (1944)
ile 11 yıl sonra yazacağı Ali Nizami
Beyin Alafrangalığı ve Şeyhliği adlı romanları da Hisar çizgisini devam ettiren eserlerdir.
GEÇMİŞİN İZİNDE
Abdülhak Şinasi Hisar’ın romanları kadar ses getiren ve çok
sevilen eserleri de hatıralarından yola çıkarak yazdığı ve çocukluğundan
itibaren görüp yaşadığı İstanbul’u ve Boğaziçi’ni dile getirdiği Boğaziçi Mehtapları (1943), Boğaziçi Yalıları (1954) ve Geçmiş Zaman Köşkleri (1956)’dir. Boğaziçi Yalıları ve Geçmiş Zaman Köşkleri’nde bu semti
anlatan Hisar, Boğaziçi Mehtapları’nda
kaybolmuş eski hayat ve çocukluk yılları etrafında dolaşıyor, geçmişe sevgiyle
bağlılığını gösteriyor. Hisar, “Bir millete yapılabilecek en sinsi ve en şeytani
hücum onun vicdanından mazisini almak, hafızasından mazisini yok etmektir.”
diyerek toplumun tarih şuurundan mahrum bırakılmaması gerektiğini belirtiyor.
20. yüzyıl İstanbul hayatının tasvir ve tahlilini yapan Hisar’a göre “Boğaziçi
hususî bir terbiye, bir şive, bir terkip, bir makamdır.”
GÜZEL SESLİ MÜEZZİNLER
Yazar, Boğaziçi
Mehtapları’nda İstanbul’u ve 'Boğaziçi Medeniyeti'ni anlatırken bu kültürü
oluşturan unsurların başında olan maneviyat ve moral gücüne işaret eder: “Bu
günler ve geceler içinde güzel sesli müezzinler gönüllere göklerin merhametini,
rahmetini, şefkatini, şefaatini ve şiirini döker, ezan sesleri, beş kere, geniş
ve açık ufukları ve ruhları doldururdu.” Geçmiş zamana sevdalı olan
Hisar, “Mazi lezizdir. Ona geçen zaman ile bozulmadığı için itimad eder, onu
solmadığı için severiz.” derken ömrün bu kutsal kesitine olan
düşkünlüğümüzün sırrını şu satırlarda ifşa eder: “Mazimiz, çocukluğumuz ve
gençliğimizle birlikte sevgili ölülerimizle buluştuğumuz mukaddes bir diyardır.”
Boğaziçi Yalıları’nda ‘din’in “teselli,
ümit ve hayal veren şiir cephesinden duyulduğu”nu vurgulayan Hisar’a göre
camiler fonksiyoneldi: “Her mahallenin camiinden günde beş defa ezan sesleriyle
merhamet, rahmet, şefkat ve şefaat hisleri dağılırdı. Bu camiler bir medeniyet
dağıtan müesseselerdi.”
ESERLERİ YENİDEN
Abdülhak Şinasi’nin eserleri bugüne kadar farklı
yayınevlerinden çıkmıştı. Yazarın uzun zamandır bulunmayan ve aranan kitapları,
Everest Yayınları tarafından yeniden okuyucuya ulaştırıldı. Romanları Fahim Bey ve Biz, Çamlıca’daki Eniştemiz ve Ali
Nizamî Bey’in Alafrangalığı ve Şeyhliği ile hatıralarından meydana gelen Boğaziçi Mehtapları, Boğaziçi Yalıları ve Geçmiş Zaman Köşkleri yeni bir kapak, estetik
mizanpaj ve sempatik boyutla vitrinlere çıktı. Edebiyatı ciddiye alan herkese
bu diziyi tavsiye ediyorum. Zira eski İstanbul’un sosyal ve kültürel dokusunu
biz ancak bu gibi eserlerde bulabilir ve görebiliriz. Bugüne kadar hayatı,
fikirleri ve eserleri hakkında pek çok yazı yazıp toplantılar düzenlediğim
Hisar için en büyük emeği, Dr. Necmettin Turinay vermiştir. Mizaç olarak Abdülhak
Şinasi’ye benzettiğim Selim İleri de vefalı duruşunu göstererek Hisar’ı
gündemde tutmak için pek çok yazı kaleme almıştır.
ONU
KONUŞMUŞTUK
Hassasiyetleri,
üslûbu, dili ve renkli kişiliğiyle edebiyatımızın müstesna bir ismi olan Hisar,
ne yazık ki Tanpınar gibi ‘sükût suikasti’ne uğramış ve unutturulmaya
çalışılmıştır. Ama o her dönemde özgün eserleriyle, yeniden okuyucusuyla
buluşmayı başarmıştır. Yıllar önce
Merkezefendi Mezarlığı’nda kayıp mezarını bulduğumuz ve kabrinin yeniden
restore edilerek ziyarete açılmasını Zeytinburnu Belediyesi’nin gayretiyle
sağladığımız Hisar, yeni nesillerle mutlaka buluşması gereken sahih bir yazar,
mükemmel bir edip ve güçlü bir kalem erbabıdır. Esasen, nev-i şahsına münhasır bir
şahsiyettir.
Vefatı
geç duyulmuştu. Cenazesini Belediye kaldırdı ama edebiyat dünyasındaki seçkin
adı hiç unutulmadı. Hep zirvede durdu ve gün gelince ömür defterini kapatıp vakarla
gitti. Türkçemizi en güzel kullanan, İstanbul’u, bilhassa Boğaziçi’ni en iyi
anlatan yazarlarımızdan olan Abdülhak Şinasi Hisar her dem taze kalmayı
başardı. Hisar’ın Taksim Gümüşsuyu’nda son oturduğu Nimet Apartmanı acaba
duruyor mu? Duruyorsa bu ev, müzeye dönüştürülemez mi? En azından ikamet ettiği
apartmanın kapısına “Abdülhak Şinasi Hisar burada oturdu” başlıklı bir pirinç
levha asılıp biyografisine yer verilemez mi? Hayatı edebiyattan müteşekkil olan
yazarımıza karşı gönül borcumuzu, onu okuyarak, anlayarak, bu üstün zevki
çocuklarımıza ve gençlerimize aşılayarak ödeyebiliriz. Yazımı, rahmetle ve
saygıyla andığım yazarımızın bir sözüyle tamamlıyorum: “İsteyin size verilecektir, arayın bulacaksınız, kapıyı çalın size
açılacaktır.”