Dolar (USD)
34.53
Euro (EUR)
36.15
Gram Altın
2966.68
BIST 100
9367.77
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE
06 Mart 2022

Edebiyatımızda 28 Şubat

Darbelerle kirlenmiş bir mazimiz var maalesef. Bir de yeterince ders almadığımız için sürekli tekerrür eden tarihimiz… Hukuk; haktan ve halktan yana değil güçten ve güçlüden yana tavır aldığı için bu kısır döngü başımızda sürekli dönüp durdu.

Geriye dönüp baktığımızda darbelerin sebep ve sonuçları itibariyle birbirine benzediğini gördük. Osmanlı döneminde Yeniçeri Ocağı’nın ıslahı gündeme geldiğinde hep darbeler yaşanmış. 1622 Genç Osman, 1730 Patrona Halil, 1807 Kabakçı Mustafa darbesi gibi. Taki Yeniçeri Ocağı lağvedilinceye kadar.

Cumhuriyet döneminde yaşanan darbeler de bir bakıma Osmanlı döneminden bize miras kalan bir alışkanlığın tezahürü. 27 Mayıs; 1622 ile 1876 darbesinin güncellenmiş versiyonu gibi. Zira bu darbelerin ilkinde II. Osman, ikincisinde Sultan Abdülaziz, 27 Mayıs darbesinde de Adnan Menderes ile iki bakanı (Fatin Rüştü Zorlu ve Hasan Polatkan) darbeciler tarafından şehit edildi. 12 Eylül de aslında 1730, 1807, 1908 ve 1960 darbeleri gibi şartlar oluşturulduktan sonra icra edilmiş.

Her darbe kendinden sonra gelecek darbenin tohumlarını ekerek çekilmiş köşesine… 27 Mayıs 12 Martı, 12 Mart 12 Eylülü, 12 Eylül hem PKK’yı hem de 28 Şubat’ı miras bırakmış. 28 Şubat ise 15 Temmuz kalkışmasını…

Darbelerin ardından verdiği tahribatlar ortaya çıkınca diller çözülmüş, kalemler işlemiş ve bir edebiyat vücuda gelmiş. 1622 darbesinde II. Osman vahşice şehit edilince zamanın şairi Nev’î bir gazeliyle durumu protesto etmiş.

Bir Şâh-ı Alîşân iken, Şâh-ı cihâna kıydılar.

Geyretlü genç aslan iken, Şâh-ı cihâna kıydılar.

Menderes ve arkadaşlarını eften püften meselelerle idam sehpasına gönderen zihniyet, idam öncesi ona prostat kontrolü yapacak kadar aşağılaşacak ve Genç Osman’a yapılanların bir benzeri Menderes’e de yapılacaktı. Bu hadiseyi de Üstad Necip Fazıl ağıtlaştırmıştı:

Zeybeğimi bir kaç kızan, vurdular

Çukurda üstüne taş doldurdular

Zeybeğim Zeybeğim ne oldu sana

Allah deyip şöyle bir doğrulsana!

1876 darbesi ile Sultan Abdülaziz de şehit edilince kız kardeşi Adile Sultan şu mısraları yazacaktı.

Nasıl yanmam kime oldu olanlar şâh-ı devrâna

Bilinmez oldu hâli kıydılar ol zıll-ı Yezdân’a

Cihan mâtem tutup kan ağlasın Abdülaziz Hân’a

31 Mart ise 28 Şubat gibi yabancı devletlerin teşvik ettiği siyasi bir darbeydi. İrtica çığırtkanlığıyla ortaya çıkılmıştı. 31 Mart’ın Derviş Vahdeti gibi sebebi, Selim Sırrı ve Rıza Tevfik gibi provokatörleri vardı. 28 Şubat’ın da Kalkancı, Müslüm ve Fadime gibi figüranları, beşinci kol dedikleri medyası… 31 Mart kışkırtıcıları pişmanlık içinde "1908 İhtilâlinden evvel, bizleri başta İngiliz sefiri olmak üzere Fransız, İtalyan sefirleri de çok teşvik ettiler. Onlardan büyük mikyasta fikir muâveneti ve teşvik gördük...” diyeceklerdi. 28 Şubat’ın da azmettiricileri, provokatörleri, baş aktörleri de belki pişmanlık beyanatlarını yayınlarlar…

Maalesef darbelerden en fazla mağdur olan kesim olarak gelecek nesillerin ders almasına yarayacak kalıcı bir şeyler üretemedik. Oysa kimileri sahte mağduriyetlerini ballandıra, ballandıra anlattı durdu. Elbette bazı şeyler yazıldı, çizildi. Ahmet Kekeç’in Yağmurdan Sonra’sı, Yıldız Ramazanoğlu’nun İkna Odaları, Sibel Eraslan’ın Saklı Kitap’ı gibi. Ama bu eserlerle gündem olamadık. Yazılan bu kitapları beyaz perdeye yansıtabilirdik. Tiyatro eserleri ile salonlarda bu dramları canlandırabilirdik. Yazılan kitapların yeni baskılarını yaptırabilirdik. Yenilerinin yazılmasını teşvik edebilirdik. Şiir, roman, deneme, kısa ve uzun filim yarışmaları düzenleyebilirdik, yapamadık.

Neden sorusunun cevabı çok. Belki peşinden gelen iktidarla rahata erdik. Belki geldi geçti deyip sustuk, takdir böyleymiş diye sineye çektik. Zalimleri Allah’a havale ederken, mazlumların yaşadıklarının bir daha yaşanmaması için gelecek nesillerin vicdanlarına da bir şeyler havale etmeliyiz. Geldi geçti ama deldi geçti. İkna odalarında çağın en büyük işkencesine tanık olanların travmasını hiçbir psikolojik terapi, hiçbir ilaç ve ödenecek hiçbir tazminat geri getiremez. Çıldıranlar, ölenler, istikballeri elinden alınanlar, okulların kapısında saldırıya uğrayıp kapı dışarı edilenler unutulamaz. Unutturulmamalı da…

Söz uçar gider, yazı ise kalıcıdır.