Edebiyatımızda 28 Şubat
Darbelerle kirlenmiş bir mazimiz var maalesef. Bir de yeterince ders almadığımız için sürekli tekerrür eden tarihimiz… Hukuk; haktan ve halktan yana değil güçten ve güçlüden yana tavır aldığı için bu kısır döngü başımızda sürekli dönüp durdu.
Geriye dönüp baktığımızda darbelerin
sebep ve sonuçları itibariyle birbirine benzediğini gördük. Osmanlı döneminde
Yeniçeri Ocağı’nın ıslahı gündeme geldiğinde hep darbeler yaşanmış. 1622 Genç
Osman, 1730 Patrona Halil, 1807 Kabakçı Mustafa darbesi gibi. Taki
Yeniçeri Ocağı lağvedilinceye kadar.
Cumhuriyet döneminde yaşanan darbeler
de bir bakıma Osmanlı döneminden bize miras kalan bir alışkanlığın tezahürü. 27
Mayıs; 1622 ile 1876 darbesinin güncellenmiş versiyonu gibi. Zira bu darbelerin
ilkinde II. Osman, ikincisinde Sultan Abdülaziz, 27 Mayıs darbesinde de Adnan
Menderes ile iki bakanı (Fatin Rüştü Zorlu ve Hasan Polatkan) darbeciler
tarafından şehit edildi. 12 Eylül de aslında 1730, 1807, 1908 ve 1960 darbeleri
gibi şartlar oluşturulduktan sonra icra edilmiş.
Her darbe kendinden sonra gelecek
darbenin tohumlarını ekerek çekilmiş köşesine… 27 Mayıs 12 Martı, 12 Mart 12
Eylülü, 12 Eylül hem PKK’yı hem de 28 Şubat’ı miras bırakmış. 28 Şubat ise 15
Temmuz kalkışmasını…
Darbelerin ardından verdiği
tahribatlar ortaya çıkınca diller çözülmüş, kalemler işlemiş ve bir edebiyat
vücuda gelmiş. 1622 darbesinde II. Osman vahşice şehit edilince zamanın şairi
Nev’î bir gazeliyle durumu protesto etmiş.
Bir Şâh-ı Alîşân iken, Şâh-ı cihâna
kıydılar.
Geyretlü genç aslan iken, Şâh-ı
cihâna kıydılar.
Menderes ve arkadaşlarını eften
püften meselelerle idam sehpasına gönderen zihniyet, idam öncesi ona prostat
kontrolü yapacak kadar aşağılaşacak ve Genç Osman’a yapılanların bir benzeri
Menderes’e de yapılacaktı. Bu hadiseyi de Üstad Necip Fazıl ağıtlaştırmıştı:
Zeybeğimi bir kaç kızan, vurdular
Çukurda üstüne taş doldurdular
Zeybeğim Zeybeğim ne oldu sana
Allah deyip şöyle bir doğrulsana!
1876 darbesi ile Sultan Abdülaziz de
şehit edilince kız kardeşi Adile Sultan şu mısraları yazacaktı.
Nasıl yanmam kime oldu olanlar şâh-ı
devrâna
Bilinmez oldu hâli kıydılar ol zıll-ı
Yezdân’a
Cihan mâtem tutup kan ağlasın
Abdülaziz Hân’a
31 Mart ise 28 Şubat gibi yabancı
devletlerin teşvik ettiği siyasi bir darbeydi. İrtica çığırtkanlığıyla ortaya
çıkılmıştı. 31 Mart’ın Derviş Vahdeti gibi sebebi, Selim Sırrı ve Rıza Tevfik
gibi provokatörleri vardı. 28 Şubat’ın da Kalkancı, Müslüm ve Fadime gibi
figüranları, beşinci kol dedikleri medyası…
31 Mart
kışkırtıcıları pişmanlık içinde "1908
İhtilâlinden evvel, bizleri başta İngiliz sefiri olmak üzere Fransız, İtalyan
sefirleri de çok teşvik ettiler. Onlardan büyük mikyasta fikir muâveneti ve
teşvik gördük...” diyeceklerdi. 28 Şubat’ın da azmettiricileri,
provokatörleri, baş aktörleri de belki pişmanlık beyanatlarını yayınlarlar…
Maalesef darbelerden en fazla mağdur
olan kesim olarak gelecek nesillerin ders almasına yarayacak kalıcı bir şeyler
üretemedik. Oysa kimileri sahte mağduriyetlerini ballandıra, ballandıra anlattı
durdu. Elbette bazı şeyler yazıldı, çizildi. Ahmet Kekeç’in Yağmurdan Sonra’sı,
Yıldız Ramazanoğlu’nun İkna Odaları, Sibel Eraslan’ın Saklı Kitap’ı gibi. Ama
bu eserlerle gündem olamadık. Yazılan bu kitapları beyaz perdeye
yansıtabilirdik. Tiyatro eserleri ile salonlarda bu dramları canlandırabilirdik.
Yazılan kitapların yeni baskılarını yaptırabilirdik. Yenilerinin yazılmasını
teşvik edebilirdik. Şiir, roman, deneme, kısa ve uzun filim yarışmaları
düzenleyebilirdik, yapamadık.
Neden sorusunun cevabı çok. Belki
peşinden gelen iktidarla rahata erdik. Belki geldi geçti deyip sustuk, takdir
böyleymiş diye sineye çektik. Zalimleri Allah’a havale ederken, mazlumların
yaşadıklarının bir daha yaşanmaması için gelecek nesillerin vicdanlarına da bir
şeyler havale etmeliyiz. Geldi geçti ama deldi geçti. İkna odalarında çağın en
büyük işkencesine tanık olanların travmasını hiçbir psikolojik terapi, hiçbir
ilaç ve ödenecek hiçbir tazminat geri getiremez. Çıldıranlar, ölenler,
istikballeri elinden alınanlar, okulların kapısında saldırıya uğrayıp kapı
dışarı edilenler unutulamaz. Unutturulmamalı da…
Söz uçar gider, yazı ise kalıcıdır.