Dolar (USD)
34.57
Euro (EUR)
36.00
Gram Altın
3017.21
BIST 100
9549.89
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE
23 Eylül 2018

Edebiyat ve Siyasa

Edebiyat, sözlü ve yazılı ürünler aracılığıyla cemiyetin kültürel birikimini oluşturur. Duygu düşünce ve hayallerle cemiyet hayatı, inançları ve değerler sistemi dile getirilir. Aynı zamanda bir sanat şubesi olarak da kendi içinde geliştirdiği yöntemlerle siyaset, bilim, felsefe, ekonomi ve ilgi alanına girdiğini göz ardı etmemek gerekir.

Cemiyetin dili, dini, sosyal tabakalaşma biçimi, toplumsal değişim ve dönüşümü gibi pek çok unsurdan dolayı edebiyat, siyaset mekanizmasına sürekli malzeme taşır ve siyaseti bu yönden beslediği aşikârdır. Bundan dolayı siyasetin edebiyata çok şey borçlu olduğunu vurgulamak zorundayız.

Buraya kadar her şey tamam. Peki, sorun nedir. Müslüman şahsiyet, siyasetin ipini elinde bulundurduğu ölçüde edebiyatın da ipini elinde bulundurması gerekmez mi. Çünkü Müslüman şahsiyet, hakk adına yönetecektir ve yine Müslüman şahsiyet hakk adına söyleyecektir. Siyasetin edebiyattan beslenerek zaferler kazandığını da unutmayalım.

Hafızamızı yokladığımızda bir zamanlar Merhum Abdurrahim Karakoç’un “Kör dünyanın göbeğine /Hak yol İslam Yazacağız/Kuşların gözbebeğine Hak yol İslam yazacağız.” Şiiri siyasi bir harekete hayat vermişti. Daha taze olan bir söz var. Bu da siyasi bir harekete yol arkadaşı oldu. “Durmak yok yola devam” sözü Ay Vakti dergisinin giriş yazısının son cümlesiydi. Bu söz dolayısıyla derginin kurucusu ve genel yayın yönetmeni kıymetli üstadımız Dr. Şeref Akbaba’ya aitti.

Bu gün eserlerinin çoğu çağdaş bir “Siyasetname” olan onlarca edebiyatçımızdan bahsedilebiliriz. Evet, Kutadgu Bilig’i anlamayabiliriz ama Hızır’la Kırk Saat’i anlayabiliriz.

İmdi Müslüman şahsiyetli yazarların çoğu için şunu rahatlıkla söyleyebilirim. Kitaplarımız ve isimlerimiz ön planda olmasın. İleri sürdüğümüz fikirler ve bu fikirlerden kurulu siyasa, kendi idamesini yapabilsin ki arkamızdan gelen nesil, saf ve berrak düşünceler ışığında çağı yakalayabilsin. Yıllar önce Cumhurbaşkanlığı özel ödülü kendisine verilen büyük şair Sezai Karakoç, bu ileri sürdüğüm görüşümün en somut örneği değil miydi? Vaktiyle kendisine verilen Cumhurbaşkanlığı sanat ödülünü almak için Ankara’ya davet edilmişti. Ama üstad “Belgeleri postayla gönderin, parasal ödülü de kültür ve sanata harcayın.” dememiş miydi?

Yine Sezai Karakoç gibi düşünce dünyamızı şekillendiren büyük düşünür Rasim Özdenören de kendi kitapları ve kendi ismi ön planda olmak yerine ülkesi ve ülkesindeki insanları hatta insanlığı önemseyen bir şahsiyettir. Onun son zamanlarda ülkemizin kuşatılmış olmasına kaygısı ve üzüntüsü bizden az değildir. Ve yine onun bu kuşatmayı yarmak için elinde bir reçetesi olduğunu da bilmekte yarar vardır.

Kıymetli düşünürümüz, yazar Rasim Özdenören, Hece Dergisinin Eylül 2018 sayısında Türkiye’de Özgürlük ve Demokrasi Sorunu adlı bir yazı kaleme almış. Yazıyı heyecan ve dikkat içinde okudum. Çünkü az önce bahsettiğim reçete buydu. Kendi insanımızla barışık olmak. Ve yine birilerinin aksine Rasim Özdenören, edebiyatın ilgi alanını siyasanın merkezine taşıyor. Ve edebiyat ile siyasanın bağlılaşım halini ısrarla vurguluyor. Yazarın bu vurguları içerisinde altını çizdiğim cümle şu idi.

“Edebiyatın suskun kaldığı yerde siyasanın gölgesi aranmalıdır.”

Yazarın bu altı çizili cümlesi iyi tahlil edildiğinde özgürlüğün daha doğrusu ülkemizdeki özgürlüğün demokrasi temelli arızalarının oluştuğunu gözlerden kaçırmamak gerekir. Yine Rasim Özdenören, bu husustaki düşüncesini Sartre’nin meşhur bir “yansımamış yansıyış” alegorisiyle somutlaştırıyor. Sartre, edebiyatın suskun kaldığı veya dile getirmekten kaçındığı durumlar için yansımamış yansıyış sözünü kullanıyormuş.

Bu nedenle çağdaş bir siyasetname yazarı olarak gördüğüm Rasim Özdenören, yazısında/yazılarında susarak değil konuşarak edebiyatımızın siyasanın neresinde olduğunu anlatmak istiyor.