Edebiyat Mafyası
Korona virüsten önce TRT’de güzel bir dizi yayınlandı: “Tutunamayanlar”. Belki absürd komedi türünün iyi örneklerinden birisi sayılabilecek dizinin bir bölümünde, dergi çıkarmak isteyen başkahraman edebiyat mafyası denilen karanlık bir yapının eline düşüyor ve ardından çeşitli olaylar gelişiyor. Merakla izledim doğrusu. Çünkü dizide yer yer gerçek hayata dönük taşlamalar var. Sanırım edebiyat çevrelerine de bu anlamda üstü örtülü bir mesaj yollamışlar senaryoda.
Şimdi bunları yazarken aklıma rahmetli Hüsamettin Arslan geldi. Hani bilirsiniz, “Epistemik Cemaat” isimli kitabın yazarı. Rahmetli o kitapta akademi camiasına çeşitli eleştiriler yöneltiyor, akademinin adeta oligarşik bir yapıya dönüştüğünden bahsediyordu. Edebiyat alanında yaşanan mafyalaşma, Türkiye’de pek çok alana yayılmış vaziyette. Akademi mafyası, edebiyat mafyası, ihale mafyası, danışmanlık mafyası, liste uzar da gider… Hele de Türkiye gibi pek çok alanın siyasetle iç içe yürüdüğü bir düzende kimin eli kimin cebinde belli değil. Bir yerde yazı yazacaksanız bunun bir raconu var. Bir TV kanalında konuşacaksanız ya sıkı yandaş, ya da azılı düşman olmak zorundasınız. Türkiye’deki pek çok sektörde olduğu gibi edebiyat ve medya sektöründe de “mafyalaşma” var.
Yakınlarda bir edebiyat dergisi çıktı. Sanırım üç ya da dört sayısı yayınlandı. Dergi çıkarken ana iddialarından birisi şuydu: “Yeni yazarların ve yeni edebiyatçıların eserlerine de yer vermek ve yeni edebiyatçıların yetişmesine hizmet etmek.” Evet çok iddialı ve çok güzel bir çıkıştı bu. Belki her ay derginin çıkmasını bekleyen meraklı okuyucu yahut edebiyat sahasında eser kaleme almaya çalışan çiçeği burnunda yazarlar da bir parça heveslendiler… Ancak dergi çıkmaya başladıkça görüldü ki her yeni sayıda aynı isimler yer alıyor, her yeni sayıda hep bilinen isimler yazıyor. Üç beş tane gazete köşe yazarı, akademisyen ve edebiyatçı nerdeyse her ay dergide “demirbaş yazar” olarak yerlerini alıyorlar. Hür düşüncenin kaleleri dergiler günden güne oligarşik kaleler haline gelmeye mi başlıyorlar?
Bu isimler sadece bu dergide de değil başka dergilerde ve gazetelerde de yazıyorlar. Piyasaları oldukça geniş. Yani geniş bir alanı kapatmışlar, her yerde top çeviriyorlar. TV’de konuşuyorlar, gazetede yazıyorlar, bu arada edebiyat dergilerine yazı yollamayı da ihmal etmiyorlar. Kısacası muhafazakar medyanın entelektüel kesimini oluşturan bu isimler bir anlamda gerek gündem belirlemede, gerekse kanaat oluşturmada etkin konumdalar. İktidar eksenine yakın duran ve büyük medya grupları tarafından fonlanan bu dergiler ve gazeteler adeta oligarşik bir yapı özelliği arz ediyorlar. İçlerinde bir dönem milletvekilliği yapmış ya da halen aktif siyasetin içinde olan isimler de var.
Bu kalem erbabı her konuda konuşuyor, her konuda yazıyor, her konuda kalem oynatıyor. Eğitimci, hukukçu, siyaset bilimci, edebiyatçı, aktivist, aman yarabbi konuşmadıkları yazmadıkları bir mevzu yok. Mesela “gazeteci” sıfatlı bir hanım var, o da öyle. TV’de program yapıyor, gazetede yazı yazıyor, bir bakıyorsunuz bir araştırma şirketinin kamuoyu araştırmasından çıkmış, bir siyasi partinin bilmem ne kurulunda, on parmağında on marifet… TV’de bunlar, edebiyat dergisinde bunlar, TBMM’de bunlar, STK’larda bunlar, hey maşallah her yerde bunlar var! Hep aynı isimler. Gazetelerin yorum sayfalarında bile aynı isimler yer alıyor, aynı isimler yazıyor. Bıkkınlık verici bir şekilde yüzleri aşınmış vaziyette. Ne TV izlemek, ne de dergi, gazete okumak istiyor insan.
Günün sonunda yazılıp çizilene, konuşulanlara baktığınızda hiçbir risk almıyorlar, etliye sütlüye dokunmuyorlar, fincancı katırlarını ürkütmüyorlar. Hepsi tatlı suda yüzüyor, sıfır rizikolu bir hayat sürüyorlar. Pek çoğunun ekonomik durumu gayet iyi. Yazı yazdıkları yayın organlarını takip eden kitlenin sosyo-ekonomik durumu ile kendilerinin sosyo-ekonomik durumu arasında dağlar kadar fark var! Etliye sütlüye dokunmayan, iktidar kulislerinde gününü gün eden bu yazar, edebiyatçı ve şair kesiminden dünyadaki kurulu düzene en ufak bir eleştiri, yolunda gitmeyen bir meselede en ufak bir itiraz ya da eleştiri duyamazsınız. Sadece hâkim siyasi görüş bir açıklama yaptığında teyit babından bir iki, kelam edebiliyorlar hepsi o kadar. Başka da dikenli tellere yaklaşmıyorlar. Çünkü keyifleri yerinde, günlerini gün ediyorlar. Bu konforlarının bozulmasını da pek arzu etmiyorlar. Aralarında milli görüş geçmişi olan kendisini İslamcı olarak tanımlayanlar da var. Şimdi esas soru şu: “Bu fildişi kulelerde yaşayan, keyfi gıcır zevat-ı muhterem “tutunamayanların” yanındalar mı yoksa gücün paçasına yapışmış, dalkavukluk havuzunda gönül mü okşuyorlar? Yarına dair söyleyecekleri ne var? Toplumun hangi esaslı meselesi hakkında bir proje ya da fikirleri var? Hangi idealler peşinde koşuyorlar? Entelektüel hayatımıza katkıları ne? Bu sorular cevap bekleyen ciddi sorulardır. İslamcıların eline tarihi bir fırsat geçirdiği bu kritik dönemde edebiyat mafyası çiçekle böcekle uğraşmaktan mutlu mu? Cevaplanmaya değer sorular değil mi bunlar sizce de?