Dolar (USD)
32.42
Euro (EUR)
34.29
Gram Altın
2492.64
BIST 100
9693.46
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

29 Nisan 2020

Edebi-siyasi alaşımların öngörülebilir sonuçları üzerine

Kişileştirme; insan-dışı varlıkları, insana ait özellikler ile anlatma sanatıdır. Edebi sanatlar içerisinde sıklıkla kullanılan bir sanattır. Kullanım yeri edebiyat olduğu müddetçe bir sıkıntıya da yol açmaz. Hatta anlatımı zenginleştirir.

Misal; “Kimsenin ayak basmadığı otel, şimdi hüzünle bakıyordu kapısının açıldığı büyük caddeye.” Bu cümlede de görüldüğü gibi insan-dışı bir varlık olan otel, insana ait olan bir duygu ile; “hüzünlenmek” ile anlatılmış. Buna “aktarma” da denir. İnsana ait olan bir özelliğin insan-dışı bir varlığa aktarılması söz konusudur. Mecaz gayet açıktır burada.

Yeni bir siyasi-edebi alaşıma sahip bir akım var. Gayrişahsi kurumları sürekli kişileştirme ile yâd etme diyebiliriz bu akıma. Kurumlarla kişiler arasındaki ilişkinin gerçeklik çıtasını iyice aşağıya çeken bir durum oluşturuyor bu. Yaklaşımı zihninizde somutlaştırmak maksadıyla biraz da karikatürize bir görüntü vermesi pahasına şu örnekleri sıralayabilirim:

• Tarım Bakanlığı çiftçiye âşıktır…

• Milli Eğitim Bakanlığının uykuları kaçıyor öğrenciler için…

• Tapu Müdürlüğü kendini paralıyor bizler için…

• Devlet Su İşleri kahroldu mahallenin suyu kesilince….

Şimdi, tamamen biçimsel olarak bu cümlelerin hiçbir kusuru yok. Ne var ki devlet-toplum, siyaset-birey, kurum-vatandaş arasındaki ilişki, münasebet, bu mecazlarla anlatılma ve anlaşılmaya çalışılırsa bir yere varılması mümkün olmaz.

Her şeyin tabiatını doğru kavramak, bir şeyin ne olduğunu / ne olmadığı gerçekten anlamak için birinci şart. Bu şartın yerine gelmediği ve alabildiğine yersiz bir mecaz enflasyonunda iş ve işlemler ile o iş ve işlemlere muhatap olanlar arasındaki ilişki asla rasyonelleşemez, rasyonel bir biçimde kavranamaz. Bilhassa yapının değişime, dönüşüme muhtaç olduğu reformun günlük bir efor olarak üretilmesinin hayati olduğu sistemler için değişim ve dönüşümü bırakın, o iradenin bile ortaya çıkmasına set olur bu durum.

Çoğulculuğun son derece zayıf kamusal alanın ise neredeyse tek başına devlet tarafından domine edildiği ülkelerde, devlet-toplum arası ilişki katmansız ve büyük ölçüde toplumun aleyhine olacak biçimde tesis edilmiştir.

Kamusal alanın tek bir aktörün devasa cüssesi ile kaplandığı/ kapatıldığı bir yerde toplum kesimlerinin çeşitli taleplerini kamusal alana taşıyacak toplum kuruluşlarının esamisi okunmaz. Zaten her şeye kadir, mutlak bir varlığın kullanımına hasredilmiş kamusal alanda onun dışında onun rızası olmaksızın var olma çabası bile haddi aşma teşebbüsü olarak görülür.

İşteş bir fiil olan tartış(mak) birden çok tarafın mevcudiyetine bağlıdır. Bu vasatta tartışma imkânı tek taraflı feshedilir. Ki bu fesih çoğu zaman yasal yaptırımlar ya da kolluk güçleri marifetiyle değil, atmosferik salınımı mümkün olan “temkinlilik” ile kitleye zerk edilmiştir. Böylece otokontrol, her bir ferdin zihninde ve kalbinde standart bir donanım olarak gelir.

Böylesi bir vasat, en iyinin tesis ettiği bir vasat olması düşünüldüğü müddetçe toplumun bir kesimi bazen tamamına yakını tarafından talihsiz bir yanlış anlama ile neredeyse Medinetü'l-Fazıla olarak görülebilir. Ne var ki cehennemin yolları iyi niyet taşları ile örülür çoğu zaman. Mekanizma ile onları kullananların ömrü eşit değildir. Kullanıcılar geçici, mekanizmalar ise kalıcıdır. Her şeyin mükemmel ve ideal bir biçimde gerçekleştiği varsayılsa bile o günlerin de bir sonu vardır. Nihayetinde sonsuz bir kredi açılarak sahiplenilen esasında kişiler değil mekanizma olur.

Kafka’nın Cezalılar Kolonisi’nde infaz aygıtına “meftun” subay, sonunda aynı aygıtın marifetiyle yaşamını yitirmişti. Aygıtlar, kişiselleştireceğimiz değil iş ve işleyişini kontrol ederek herkese eşit, adil bir biçimde hizmetini mümkün kıldığımız ölçüde zararsızdırlar.

Edebi-siyasi alaşımların öngörülebilir sonuçları üzerine

Kişileştirme; insan-dışı varlıkları, insana ait özellikler ile anlatma sanatıdır. Edebi sanatlar içerisinde sıklıkla kullanılan bir sanattır. Kullanım yeri edebiyat olduğu müddetçe bir sıkıntıya da yol açmaz. Hatta anlatımı zenginleştirir.

Misal; “Kimsenin ayak basmadığı otel, şimdi hüzünle bakıyordu kapısının açıldığı büyük caddeye.” Bu cümlede de görüldüğü gibi insan-dışı bir varlık olan otel, insana ait olan bir duygu ile; “hüzünlenmek” ile anlatılmış. Buna “aktarma” da denir. İnsana ait olan bir özelliğin insan-dışı bir varlığa aktarılması söz konusudur. Mecaz gayet açıktır burada.

Yeni bir siyasi-edebi alaşıma sahip bir akım var. Gayrişahsi kurumları sürekli kişileştirme ile yâd etme diyebiliriz bu akıma. Kurumlarla kişiler arasındaki ilişkinin gerçeklik çıtasını iyice aşağıya çeken bir durum oluşturuyor bu. Yaklaşımı zihninizde somutlaştırmak maksadıyla biraz da karikatürize bir görüntü vermesi pahasına şu örnekleri sıralayabilirim:

• Tarım Bakanlığı çiftçiye âşıktır…

• Milli Eğitim Bakanlığının uykuları kaçıyor öğrenciler için…

• Tapu Müdürlüğü kendini paralıyor bizler için…

• Devlet Su İşleri kahroldu mahallenin suyu kesilince….

Şimdi, tamamen biçimsel olarak bu cümlelerin hiçbir kusuru yok. Ne var ki devlet-toplum, siyaset-birey, kurum-vatandaş arasındaki ilişki, münasebet, bu mecazlarla anlatılma ve anlaşılmaya çalışılırsa bir yere varılması mümkün olmaz.

Her şeyin tabiatını doğru kavramak, bir şeyin ne olduğunu / ne olmadığı gerçekten anlamak için birinci şart. Bu şartın yerine gelmediği ve alabildiğine yersiz bir mecaz enflasyonunda iş ve işlemler ile o iş ve işlemlere muhatap olanlar arasındaki ilişki asla rasyonelleşemez, rasyonel bir biçimde kavranamaz. Bilhassa yapının değişime, dönüşüme muhtaç olduğu reformun günlük bir efor olarak üretilmesinin hayati olduğu sistemler için değişim ve dönüşümü bırakın, o iradenin bile ortaya çıkmasına set olur bu durum.

Çoğulculuğun son derece zayıf kamusal alanın ise neredeyse tek başına devlet tarafından domine edildiği ülkelerde, devlet-toplum arası ilişki katmansız ve büyük ölçüde toplumun aleyhine olacak biçimde tesis edilmiştir.

Kamusal alanın tek bir aktörün devasa cüssesi ile kaplandığı/ kapatıldığı bir yerde toplum kesimlerinin çeşitli taleplerini kamusal alana taşıyacak toplum kuruluşlarının esamisi okunmaz. Zaten her şeye kadir, mutlak bir varlığın kullanımına hasredilmiş kamusal alanda onun dışında onun rızası olmaksızın var olma çabası bile haddi aşma teşebbüsü olarak görülür.

İşteş bir fiil olan tartış(mak) birden çok tarafın mevcudiyetine bağlıdır. Bu vasatta tartışma imkânı tek taraflı feshedilir. Ki bu fesih çoğu zaman yasal yaptırımlar ya da kolluk güçleri marifetiyle değil, atmosferik salınımı mümkün olan “temkinlilik” ile kitleye zerk edilmiştir. Böylece otokontrol, her bir ferdin zihninde ve kalbinde standart bir donanım olarak gelir.

Böylesi bir vasat, en iyinin tesis ettiği bir vasat olması düşünüldüğü müddetçe toplumun bir kesimi bazen tamamına yakını tarafından talihsiz bir yanlış anlama ile neredeyse Medinetü'l-Fazıla olarak görülebilir. Ne var ki cehennemin yolları iyi niyet taşları ile örülür çoğu zaman. Mekanizma ile onları kullananların ömrü eşit değildir. Kullanıcılar geçici, mekanizmalar ise kalıcıdır. Her şeyin mükemmel ve ideal bir biçimde gerçekleştiği varsayılsa bile o günlerin de bir sonu vardır. Nihayetinde sonsuz bir kredi açılarak sahiplenilen esasında kişiler değil mekanizma olur.

Kafka’nın Cezalılar Kolonisi’nde infaz aygıtına “meftun” subay, sonunda aynı aygıtın marifetiyle yaşamını yitirmişti. Aygıtlar, kişiselleştireceğimiz değil iş ve işleyişini kontrol ederek herkese eşit, adil bir biçimde hizmetini mümkün kıldığımız ölçüde zararsızdırlar.