e – günah
Çağımız bizi uçsuz bucaksız bir dünyaya doğru
çekiyor, bu çekime neredeyse kimse karşı duramıyor… Bu olgunun adı dijital
dünyadır…
Sosyal hayat reel olandan sanal olana taşınıyor…
Kavramlar, konular, kimlikler, kurumlar sanallaşıyor… Düşünceyi, kültürü,
sanatı, algıyı, yaşamı sosyal medya şekillendiriyor…
Hoşlanmamız, nefretimiz, üzülmemiz, şaşırmamız,
tepkimiz, ilgimiz, sevgimiz internete bağlı… Belirleyici olanlar belli…
Bu süreçte en tehlikeli dönüşüm günah algısında oluşuyor…
Sanki sosyal medyada olunca günah, günah olmaktan çıkıyor veya ‘daha az günah’
sayılıyormuş gibi bir anlayış yayılıyor…
Sanal da yumuşatılan günahlar zamanla
sıradanlaşıyor, normalleşiyor… Hatta estetize edilen günahlar aktif bir sektör
haline geliveriyor… Öyle ki nesilleri günaha alıştırmada sistematik ve ileri
bir teknoloji ile karşı karşıyayız…
Siber zorbalıklar, fiber günahlar, sanal seyyiat,
dijital dejenerasyon, sosyal medya ve bilişim suçları, manipülatifveri
akışları, organize korsanlıklar, hırsızlıklar, gizli günahlar çağına sürüklenip
gidiyoruz…
Artık günah da sevap da bir ‘tık’ kadar bize yakın…
Günahlar; sanat, bilim, kültür, spor, teknoloji, reklam ile ambalajlanarak ve
de makyajlanarak servis ediliyor…
Çoğu zaman ve paylaşımlarımızla kendi cehennemimize
odun taşıdığımızın farkında bile olamıyoruz… Tıkladığımız tuşlarla günah
yükümüzü nasıl arttırdığımızı düşünüyor muyuz?
Klavye üzerinden amel defterimize neler işlediğimizi
hesaba katıyor muyuz? Tuşlara dokunan o parmaklar yarın bize tanıklık edecek…
Gerçek hayatta da sanal âlemde de her anımız gözetim
altında… Takipçilerimizin çokluğu ile övünmemiz bir yana, bunun üstünde bizi
her an takip eden ‘şerefli yazıcılar’ ı göz önünde bulundurmamız gerekmiyor mu?
Her şey kayıt altında… Sanalımızı kayıt dışı göremeyiz ki… Hiçbir hacker
şifreleri kırıp, onları silemez…
Evet, internet günahta hafifletici bir neden olamaz…
İyi hal indiriminden bahsedilemez…
Günah her zeminde günahtır… Belki sanalda günahın
yayılım hızı, etki gücü daha yüksektir… Hududullah’ı yaşamın tüm ünitelerinde
görmek durumundayız…
Meşruiyetimizi yitirirsek; akıl, din, nesil, can ve
mal emniyetini nasıl sağlayabiliriz?
Hakkaniyet, mahremiyet, sadakat zedelenirse geriye
fahşa, fısk, fücur ve fitneden başka ne kalır?
Sakın ‘sınırsız internet’, sınırsız günahımız
olmasın…
Unutmayalım ki, gündelik hayatımızda günah olan her
türlü eylem, sosyal medya ortamlarında da aynı karşılığa sahiptir…
Buradan hareketle internet bağımlılığımız Allah ile
olan bağlarımızı nasıl etkiliyor?
Masumane niyetlerle girdiğimiz sosyal medya
mecralarında nice masumları incittiğimizin farkında bile olamıyoruz…
Şimdilerde artık kapılardan, pencerelerden
başkalarının mahremine bakmak yerine klavyeden bir tuş ile bir tür teşhircilik
normalleşiyor… Mahremiyet yerini müstehcenliğe terk ediyor…
Görsellik çağı da diyebileceğimiz bu zamanda
neredeyse görünmek, var olmakla eş anlamlı…
Sosyal medya kendi kuralları ile kültürü, geleneği,
ahlakı, edebi zorluyor… Zaten bu teknolojiyi üretenler kendi inanç ve ideoloji,
düşünce ve değerlerini yükleyerek piyasaya sürüyorlar…
Peki, biz nerede duracağız?
Kırmızı çizgilerimizi nasıl koruyacağız?
Teslim bayrağı çekecek değiliz… ‘Kitaba uygunluk’
kriteri üzerinden temiz ve helal bir sosyal medyanın mücadelesini vereceğiz… Dijital
direnişin dinamiklerini doğru tespit edeceğiz...
Tevbe ve takva ile sanal siperlerimizi
güçlendireceğiz…
Evet, internet bir ihtiyaçtır… İhtiyaç kadar
kullanılmalıdır… İnternet bizi kullanmamalıdır…
Mutlaka o dünyaya hakikat, hikmet, haya, huşu yüklenmesinde
bulunmalıyız… Kul hakkını ıskalamadan, malayaniliklere prim vermeden vakit
israfına girmeden, şımarmadan ve şaşırmadan bu zorlu sınavı vermek
durumundayız…
Şeytani sinyal ve sörflere kendimizi kapatarak sanal
seferimizi sürdürebiliriz…
‘Onlar
ki boş şeylerden yüz çevirirler.’(Müminun,3)
‘De
ki: içinizdekini gizleseniz de açığa vursanız da Allah onu bilir…’
(Ali İmran,29)