Düzce Can Çekişiyor!
Tarihi olmayan ama tarih olmaya istidadı olan bir şehir ne yazık ki tarih oluyor.
Tarihi iki şehrin arasına sıkışmış ve kendine boşluk açmaya çalışan bir şehirdir Düzce. Bu boşluk fırsatı birisi ilahı ihsan diğeri beşeri zeka ile kendisine verilmişti.
Kent kimliğinin oluşumunda ilahi bir lütuf evvela Düzce için cenneti andıran bir coğrafya idi. El değmemiş bir doğa, bölgenin ruhunu okşayan ve insanı tazelik ve canlılık arasında sürekli yaşama bağlayan bir yeşillik ve tazelik.
Bir taraftan baktığınızda Karadeniz’in bütün yeşilliğini mahiyetinde toplamış bir hadravat diğer taraftan baktığınızda Abhazya’nın cenneti andıran yeşilliğini kendinde görmüş bir taravet başka bir taraftan baktığınızda Akdeniz’in yeşilliğindeki verimliliği ovasında insanlara cömertçe sunan bir güzellik.
İstanbul’un sıkışmışlığını, Kocaeli’nin fabrikalara gömülmüş çaresizliğini ve Sakarya’nın krizden çıkmak için direnişini göğüsleyen bir can simidiydi Düzce. Hatta Bolu bu yeşilliği ve güzelliği o kadar kıskandı ki nihayet kendinden uzaklaştırdı Düzce’yi. Git kent ol ve kendi başının çaresine bak der gibi arasına sınır koydu.
Öyle demiş Nursi Hazretleri beşerin bulaşık eli karışmamak şartıyla hiçbir şeyde hakiki nezafetsizlik ve çirkinlik gözükmüyor.
Bak! Düzce ruhundan edilmiş kan ağlıyor. Sadece kesilen yeşilliklerden değil, yok edilen yeşillikler üzerine beşerin kurduğu çirkin yapılarla bu güzelliğin bağrı hun oluyor. Göremezsiniz böyle bir çirkin yapılaşmayı Türkiye'nin başka bir yerinde. Bu narin güzelliği aymazca çirkinleştirecek bunca kabiliyeti çok az görürsünüz başka yerlerde.
Düzce’nin daimi nevbaharı hazana kalboluyor. Kesilen fındık bahçeleri, ormanlar, hızlıca kaybedilen bağlar ve bahçelerle yüzü bozuluyor. Daha acısı onların yerine estetik ve insana mutluluk verecek peyzajı olmayan beton yığınları ve çirkinlikler yükseliyor.
Düzce, bunca varlık ve güzellik içinde nefessiz kalıyor. Ovası da nefessiz kalacak onu çevreleyen dağlar ve dağlarda yaşayanlarla birlikte.
Karadeniz’in batıya dayanan son ucu uzaklaşıyor aslından ve yeşilliğinden. Marmara’nın doğuya dayanan nihayet ucu can çekişiyor her an. Ve canı acıyor hem de nefessiz kalıyor yeşillikleri umursamazların yaşattıkları acılarla.
Yok mu ey insanlık Düzce’yi Allah için seven!
Yok mu bu şehrin nefeslerini kesenlere dur diyebilecek
Bu kent belki yapılarıyla tarih olmamıştı geçmişte
Geçmişteki yaşantısıyla tarihti Düzce.
Hem de her milletten
Anadolu’nun her yerinden bilhassa Kafkasya’dan gelen
Ve şehir peyzajını en güzel şekilde tamamlayıverenlerin
Hepsi Düzce kiliminin en büyük rengi olan yeşillerin arasında güzel bir desen olan canlı renklerdi.
Bir kent değildi belki Düzce bir kasaba idi.
Lakin bütün kasabalara meydan okuyacak ve büyük şehirlere örnek olabilecek bir güzellikteydi.
Yaşamak çok zor be Düzce’de!
Bunca güzel insanların olduğu bir şehir
Nasıl da bu kadar çirkin hale getirilir
Kaldırımları istila etmiş ve haddinden tecavüz etmiş olan dükkanlar
Şehrin her tarafını çirkinlikleri ile donatmış reklamlar
Sokaklarda ve caddelerde insana su fışkırtır çukurlar ve seylabeler
Ülkemin sanki bütün köpekleri bu şehrin sokaklarında başıboş gezerek ve insanlara saldırarak Düzce şehrinin ortak trajik kaderi
Bir kirlilik ve hazinlikle akan Melen deresi
Çayın üzerine uzatılmış ve tarihin sefaletinden fırlamış köprüler
İnsanların hâlâ kentli olmaya karşı dirençleri ve kentli olamamış halleri
Ah dünya cennetlerinden biri Düzce!
Sen bu kadar eleme ve kedere maruz kalacak ne yaptın
Ovanın yeşili dağın incisi güzellerin güzelliği Düzce
Nasıl olur da bu kadar çok seni sevmeyenler toplanır üzerinde
Sen bir esir şehrin habercisi gibi duruyorsun
Sürekli bağrından bir şeyler koparılan bir esir şehrin habercisi
Üzerinde bunca zamandır sis bulutlarının gitmemesi
İnsanların sana yaptığı eziyete karşı bir intikam mıdır
Yoksa nezafetine kirlilik katan insanların
Üzerinde bir ayıp perdesi midir
Sana bu coğrafyanın bakiresi diyorlardı artık yalan
Her tarafın dökülüyor fertute ve aşüfteler gibisin inan
El değmemiş köylerinin hali daha güzellik veriyor insanlığa
Hele Kafkasyalıların köyleri insanı götürüyor o ilahi lütuf olan el değmemiş mazine
İnan Düzce’m inan!
Dolaşamıyorum saçlarına benzeyen sokaklarının arasında
Her bir ev yaratılışın en ucube hali gibi haykırıyor yürüyenlerin suratına
Beşerin sanatı bu kadar çirkin değildi
Hele senin güzelliğine bunca çirkinlik nasıl yapılıverdi
Dayanamıyorum muhacir kızı bu kadar çirkinleştirilmene biliyor musun
İnan gitmek istiyorum yüzünde bir ben gibi duran ve bir şey yapamayan biri olarak.
Seni çirkinleştirenler bağrına varınca alırsın belki intikamını
Bağrına girmeden yaşamak istiyorum iki şehrin arasında bir şehir halini
Üzerindeki nevimin şu an dahi yaptıklarını görünce ümidim kırılıyor
Seninle aramızdaki bağı sadece Allah biliyor.
Bir gün nevim sana kötülük etmekten ve bağrını deşmekten vaz geçerse
Bil ki o gün bağrında en rahat uykuyu uyuyanların biri de ben olacağım.
Seni sana sonra da her şeyi Yaratana havale ediyorum ve gidiyorum.
Hüzünle hoşçakal kendim adına
Kaygıyla hoşçakal sevenlerin adına
Utançla hoşçakal nevim adına
Acıyla hoşçakal duyarsızlar adına