Dolar (USD)
35.20
Euro (EUR)
36.69
Gram Altın
2955.14
BIST 100
9626.56
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE
29 Ocak 2021

Duyarlı dokunuşlar

Tüm duygu, düşünce ve davranışlarımızın davet merkezli olduğu 80’li yıllarımızı anlatan bir kadim dostum; o günlerle ilgili bir anısını paylaşmıştı:

“Şehirlerarası seyahatlerimiz genellikle otobüste olurdu. Bir defasında iki arkadaş birlikte yolculuğa çıktık. Bilet alırken yan yana oturmayı tercih etmezdik çünkü farklı koltuklarda oturup yanımızdaki yolcuya davamızı anlatıp tebliğde bulunurduk. Anlatacak ne de çok sözlerimiz vardı… Adeta dava delisi, davet hastası bir halimiz vardı… Otobüs hareket etti. Yanımdaki yolcu ile kısa bir tanışma faslından sonra, hemen tebliğe başladım. Bildiğim doğruları döktürüyorum… Kendimi öylesine kaptırmışım ki, kesintisiz ha bire konuşuyorum… Sonradan fark ettim ki, kendisine tebliğde bulunduğum yolcu uyuyakalmış ve ben hâlâ konuşmaya devam etmekteyim…”

Nasıl bir sevdaydı bizimkisi? Ne bitmez bir enerji, ne tükenmez bir heyecandı…

Evet, böyle bir gelenekten geldik, böyle bir damarımız vardı…

Şimdilerde “Hey gidi günler!” diyesim geliyor… Toplu taşıma araçlarına biner binmez uyku bastırıyor… Yeni muhataplar bulmakta ve yeni cümleler kurmakta zorlanıyoruz…

Zor zamanlarda konuşan bizler, kolay zamanlarda neden kayıplardayız?..

Üzerimizde bir donukluk, kalıcı, yaygın ve salgın bir yorgunluk var, yeni yüreklere dokunamıyoruz…

Hayat bir diğerinin hayatına dokunabilmek için bize yeni fırsatlar sunuyor… Dün hayatlarımıza dokunanlar sayesinde bugün varız… Yarınlarda var olabilmek için mutlaka yeni hayatlara dokunabilmeliyiz…

İnsanı anlamak ve insana doğruları anlatmak için önce onun yalnız ve yaralı yüreğine girmekle olur… Dokunmadığın yürek senin değildir… Yalnız yüreklerde yer edinebilmek en yüce eylem değil midir? Dualarda yer alabilmek gerçek huzur bu olsa gerek… İlla bir şeyler öğretmek için değil birlikte dertlenmek, sıcak dostlukları çoğaltarak, sevgiyi damıtarak, damardan girerek insanı dokuyabiliriz…

İşlerin en güzeli bir gönle dokunmak olduğuna önce biz ikna olmalıyız… Ağlayanı güldürmek, düşeni kaldırmak, darda kalanı ferahlatmak, yolunu şaşıranı doğruya yönlendirmek yaratılış amacımız dâhilinde değil midir?

Işığımızla karanlıkları zorlamak, ısımızla yalnız yürekleri ısıtmak zorundayız…

Toprağa düşen tohum gibi yüreklere düşmeliyiz… Dokunmadığımız insanın bizi fark etmesini bekleyemeyiz… Mesajımızdan haberdar olmasını isteyemeyiz…

İletişime geçelim, temas halinde olalım, yürekten yüreğe bağ kuralım ki insanlar bize bağrını açsın… Bazen bir selâm, bir tebessüm, bir bakış bile yeterlidir...

Unutmayalım ki, duyarlılıkları olanlar dokunabilirler… Dertli olanlar ötekilerin derdi ile dertlenirler…

Fıtratlara dokunmak için kalbi ve hasbi olmalıyız…

Zaman zaman düşünüyorum; neden bu kadar durgunuz? Modern zamanların bize biçtiği sentetik uğraşlarla kimseye dokunacak durumda değiliz… Birbirlerine dokunma mecalimiz ve moralimiz niçin yetersiz?

Belki de, başka birilerinin bize dokunmasını bekler hale geldik…

Musibetler ve zilletler bize dokunmadan önce mesaj ve misyonumuzla daha zengin dokunuşlara yoğunlaşmalıyız…

“Bana dokunmayan yılan bin yaşasın” aymazlığına prim verecek değiliz…

O halde, hiç kimseye doğrularımızla dokunmamak, kanımıza dokunmuyor mu?

Yakın geçmişimiz bize gösterdi ki, “acaba”larla, “ama”larla başlayan davet çalışmalarımız bile içten dokunuşlarla bereketlendi… Erişilmez sanılan kalplere girmek nasip oldu…

Evet, kasılmadan, gerilmeden, gevşemeden ve gecikmeden nokta dokunuşlarımızla hayatımıza anlam katabiliriz… Değerli kıldıklarımızla değer bulabiliriz…

Yeter ki, insanlara yakın duralım, mesafe koymayalım, özelimize kapanıp kalmayalım…

Kolay ulaşılır, kolay anlaşılır, kolay kaynaşılır olalım… İşte o zaman kazanan biz oluruz… Bir kişiyi İslam’a kazandırmak, dünyalara bedel bir kazanımdı, değil mi?

Bu işin dokunmatik işi olmadığını da unutmayalım…