Düşünüyorum…
İnsanın
kalbi berzah âlem-i – melekût âlemi gibidir...
Bütün duygular, kalbin içerisinde melaike gibi hareket halindedir... Aynı
apartman içinde yaşadığımız, hatta aynı katta oturup, tanımadığımız
komşularımız gibi öyle duygularımız vardır ki kendileriyle ebedi âlemlerde
müşerref olacağız ve tanımakla şaşkınlık yaşayacağız... Belki de; bende böyle bir silah varmışta yeni haberdar oluyorum,
dedirtecek duygular, bildiğimiz ve aşina olduğumuz duygulardan çok daha fazlasıdır.
Yine belki de kalibresi çapı çok yüksek o duygular, sadece cennet için
yaratılmıştır, şimdi sadece kalbin melekût âleminde tespihle – zikirle meşgul
oluyorlardır...
Bazı insanlar, kâfir ve günahkâr oldukları halde, o
duyguların kulluk yapması hürmetine, bu dünyada başlarından hem rahmet, hem de
nimetler eksik olmuyordur... Yine belki de o duyguların padişahı olan duyguyla
biz cennette Allah ile müşerref olup, o duygunun gücüyle o müşerref oluştan
nasipleneceğiz… O duygu ceset gözüne yardımcı olup, o mübarek Cemal’i seyre
dalacağız…
Bir
insan, vahdaniyeti ilan eden delilleri içinde taşıdığı halde, kulak verip,
dinlemez, hayal edip, müşahede edemez ise o kıymetli hazineleri kullanmadan Sahibi’ne
teslim etmiş olacaktır... Kalbin melekût âleminde, duygu
melekleri, mensubu olduğu kişilerin inkârlarına inat; Allah diyorlar… Melaikeye
inanmayan, kalbin melekût âleminde ki duygulara nasıl inanır ve hangi yüzle: Sevdim,
acıdım, nefret ettim, şaşırdım vs. gibi duygu belirten ifadelerde bulunabilir?
Duygular aynı zamanda Allah’ın sıfatlarına ve zatına da kuvvetli birer delillerdir…
Balığa deniz, yıldızlara da uygun sakinlerin, melaikelerin
yaratılması, Kâinatın Hâlıkını haykırdığı gibi; küçücük kalbimize, duyguların
kalp sakinleri olarak yaratılması, daha da kuvvetli bir şekilde Allah diyor, vahdaniyeti
ilan ediyorlar… Zaten her şey Allah diyor, insandaki hücreler ve duygular
da… Sadece inanmayan insanlar, Allah yerine başka şeyler deme küstahlığı,
cüreti gösteriyorlar…
Dünyada
iken melekût âlemini, ervah âlemini görmeyi arzu edenler, şahadet âlemi gibi
küçücük kalbinin kâinat gibi geniş mana âlemlerine baksın ve melek mi görmek
istiyor, duygularına baksın… Hakikatleri ihzar eden
böyle bir bakış, yakini ve sarsılmayan bir iman sahibi eder... Kâinatta toz
zerresinden daha küçücük bir dünya ve onun içinde minnacık bir kalp ve de onun
içinde melekler, yıldızlar gibi duygular; sadece bu bile Allah’ın varlığına
muhteşem bir ilandır...
Kim bilir? Kâfir ve zındığın, dünya nimetlerinden
faydalanması, içlerindeki o bilmediğimiz duyguların Allah’ı tespih ediyor olmalarındandır...
Madem her insan bir kâinat ve o kâinatta Allah’ı tanıyan vazife yapan duygular
var, elbette boşa yaratılmamışlardır… Bilemeyiz
ki; kâfir ve şirk sahibi öldükten sonra, Allah o zikir yapan duyguları cennetin
nebatatına, çiçeklerine ruh yapabilir… Kâfir ve şirk sahibi Allah demese de,
bilmediğimiz ve tanımadığımız o melek gibi duygular, Allah der ve o zikreden
duyguları Hâkim-i Mutlak, kâfirlerle beraber cehenneme sokmaz, cennette bir
ağaca ruh yapar ve cennet ehli o ağaçla oturup sohbet eder… Evet, kâfirin âleminde,
bir nevi cehennem yaşamış o adını sanını bilmediğimiz zikir ehli duyguları,
ahirette, Hâkim-i Mutlak onların elinden alıp, mükafat olarak, cennetin taşına
toprağına ruh yapar, elinde bıraktığı şeytani duygularla ebedi olarak
cehennemde baş başa bırakır…
Ya Rabbü'l-âlemîn! Bize taktığın duygular için
sonsuz teşekkürler ediyoruz ve o duyguların varlığınıza ettikleri şahitliğe
şahitlik ediyoruz...