Düşünsel tıkanıklık ve zihniyet
Bir toplumun yönelim seyrini kestirmek ve geleceğe doğru projeksiyon geliştirmek için bakılacak yer o toplumun dinamikleri ve üretim kapasitesidir. Tam da bu sebeple devlet-toplum arasındaki ilişkide her ikisi de belirleyici roller oynamakla birlikte, esas önceliği toplumsal dinamiklere vermek gerekir. Şüphesiz devletin bu dinamikleri çerçeveleme, yönlendirme, motivasyon kazandırma anlamında önemli bir yeri vardır. Ancak toplumda dinamik üretilemezse, orada hareket kabiliyeti de olmaz.
Geçen yazımda özetle, Batı’nın tüm dünyada belirleyici olduğundan bahisle, İslam düşüncesinin bir tıkanıklık hali yaşamaya devam ettiğini belirtmiştim. Daha da önemlisi, Batı dünyasının belirleyiciliği, birçok müslümanın iddia ettiği gibi sadece Batı’nın hegemonya ve sömürüsünden kaynaklanmıyor. Önemli oranda Batı düşüncesinin kendisini yenileyebilme kapasitesinden kaynaklanıyor.
Modernleşme sürecimiz boyunca Müslüman toplumlar düşünce üretememelerinin gerekçelerini Batı’nın hegemonyasına bağladılar. Üretimsizliğin faturasını farklı farklı yerlere çıkardılar. 1970’ler gibi yakın geçmişe bakarak düşündüğümde, Müslümanların retorikten öteye geçemedikleri gibi bir duyguya kapılıyorum. Ortada bilgi ve burhan temelli bakıyeler aradıkça, “İslami” diye iddia edilen inşaların temelinde bunlara dair bir şey göremiyorum. Şayet tersi gerçekleşmiş olsaydı, bizim Batı düşüncesi karşısında en azından temel düzeyde daha sağlam düşünsel inşalarımızın olması gerekirdi.
Burada kastettiğim de sadece “dini” denilen düşünce değildir. Söz gelimi; yıllardır İsrail’e Ortadoğu’daki politikaları sebebiyle sürekli “tel’in” göndermekle iktifa edilmektedir. (İsrail’in sömürgeci icraatlarına tabii ki eleştiri getirilmelidir) Ancak İsrail’in ürettiği hibrit tohumlar karşısında, Müslümanlar tarımsal alanda ne gibi bir bilim üretmişlerdir. Ne kadar Ortadoğu ve İsrail uzmanı yetişmiştir?
Üzülerek belirtmeliyiz ki, teori, bilgi ve burhan temeline dayanmayan retorik ve praxis o kadar belirleyici olmaktadır ki, İsrail, Amerika gibi ülkeler Müslüman toplumlarda negatif söylemlerle bir sağaltım aracına dönüştürülmektedir. Amerika’nın sömürgeci olduğu bir gerçektir. Ancak Amerika ve Avrupa’daki üniversite sayısı, bilgi üretimi, bilgiyi değerlendirme biçimi Batı düşüncesinin niçin belirleyici olduğu konusunda bize bir fikir vermektedir.
Açıkçası retorikten ibaret şekli güzel cümleler kurarak bir sonuca ulaşılmak istenmektedir. Halbuki bilgi ve bilim üretme uzun soluklu, çok ciddi çabaları gerektiren bir süreçtir. Müslüman toplumlar sürekli “Batı hegemonyası”nı mazeret göstererek bilgi ve bilim üretim sürecinde yeterli yolu alamamaktadırlar. İşin kötüsü, bu mazerete sığınma tavrı giderek toplumlarda bir zihniyet oluşturmuştur; hem de aşılması zor bir zihniyet. Zihniyet dogmalaşıp pekiştikçe, değiştirilmesi de gittikçe zorlaşmaktadır.
Müslüman toplumların modernleşme süreci gerçekten çok farklı deneyimleri bizim karşımıza çıkarmıştır. Batı’da oluşmaya başlayan “modern” hayat, tüm insanlara farklı bir zihniyet ve perspektif sundu. Bu perspektif içerisinden farklı dinamikler ve pratikler üretti. Öyle ki, dünya ölçeğinde geniş bir alana yayılarak neredeyse etkilemediği coğrafya bırakmadı. Bugün modernlik, postmodernlik, küreselleşme, tüketim toplumu, kapitalizm gibi kavramları ve bunların etkilerini konuşmaya devam ediyoruz.
İşte tüm bunlar karşısında Müslüman toplumların öncelikle içinde bulundukları hayranlık ve öykünmeden dışarı çıkarak, sağlıklı bir zihin ve sükunet içinde bilgi ve bilime dayalı eleştirel bir zihniyetle hareket etmesi gerekiyor. Buna bilgi, düşünce ve bilim üretimi de eşlik etmelidir. Belki tüm bunlara önceleyen şey; bir türlü yok olmayan olumsuz zihniyeti aşmak.