Düşünsel Gettolaşma
Osmanlı’nın
önemli aydınlarından olan Namık Kemal’e atfedilen güzel bir söz vardır;
“Barika-i Hakikat müsademe-i efkardan doğar.” Gerçekten Osmanlı’nın son
dönemlerinde, bilhassa Meşrutiyet döneminde çok ciddi fikirsel tartışmalar
izlenebilir. Bu yazıların içeriklerine baktığımızda, kalite olarak bugünden
daha önde ve karşılıklı tartışmalarla beslenen bir etkileşim içinde olduğunu
görmekteyiz.
“Hakikat
nedir” sorusu her dönemde tekrar edilmesi ve üretilenlerin bu soru etrafında
yeniden gözden geçirilmesi gereken bir merkezilik hüviyetindedir. Felsefeciler
bu soru etrafında bir sistem kurabilirler. Özellikle zihinsel karmaşanın
arttığı zaman diliminde hakikat sorusuna yeniden dönülmesi, birçok cürufun
geride bırakılması açısından işlevseldir. Hakikat ışığının doğabilmesi de ancak
fikirlerin birbiriyle karşılaşması, yani farklı fikirlerin birbirleriyle
etkileşimi sonucunda ortaya çıkmaktadır.
Aslında
1980 ve 1990’lı yıllarda fikri farklılıklar gazete ve dergi yayınları üzerinden
kendisini göstermekte idi ve hatta farklı düşünsel, felsefi, ideolojik
zaviyeden tartışmalar da canlı idi. Bu minvalde İslamcı, solcu, sağcı vb.
perspektiflerden yapılan tartışmalarda en azından her bir kategori Türkiye ve
dünyadaki sorunlar etrafında birbirini de eleştirerek yazılar kaleme almakta
idiler. Bu anlamda birbirlerine değmekte idiler.
Fakat
bugün gelinen noktada manzara iki boyutlu olarak değişmiştir. Birincisi,
İslamcı, solcu ve sağcı gibi düşünsel ve ideolojik kategoriler birbirine
benzediğinden aralarındaki farklılık oldukça flulaşmıştır. İkincisi, artık bu
kategoriler birbirlerine değmedikleri yani bir entelektüel tartışma
yapmadıkları için gettolaşmış görünmektedirler.
Son
otuz yıl içerisinde neler değişmiştir ve ne yönde değişmiştir? Bunları birkaç
boyutlu olarak analiz edebiliriz. Birincisi, postmodern bir dönemin
niteliklerini göstermesi hatta gündelik yaşamı egemenliği altına almasıdır. Postmodernlik
hakkında konumuzla bağlantılı üç niteliği öne çıkarabiliriz. Bunlar; görelilik,
tüketim ve kültür endüstrisinin yaygınlaşmasıdır.
Postmodernlik
merkezi devreden çıkardığı için, bir hakikat noktasından başlayarak dünyayı ve
evreni tanımlamayı geçersizleştirmiştir. Belki burada farklı fikirlerin
kendilerinden başlayarak bir düşünce ortaya koyabilse de, neticede bunlar
göreli ve sınırlı geçerlilik alanına sahiptirler. Bir hakikat fikri üzerinden
tartışma geliştiremediği için gündelik hayat ve pragmatizmin içinde “hakiki”
bir tartışma yapmaktan uzaklaşılmış görünmektedir. Pragmatizm ise bir benzeşme
yaratmaktadır.
Dikkat
edilirse bugün kendilerine görünüşte bir perspektif belirleyen gazete ve
dergilerin “hakikat” değil güç ve iktidar kavramı etrafında kategorize
olduklarını görmekteyiz. Postmodern durumun yeni kavramı olan post/truth yani
“hakikat sonrası”nın pragmatizmi, bir gücün hakikati etrafında belirginlik
kazanmaktadır. Burada farklı fikirlerin birbirine benzeşmesi, postmodern
küresel ulus aşırı sermayenin hakimiyeti ile mümkün olmuştur.
Kültür
bir endüstri haline getirildiğinden, artık fikirlerin popüleştirildiği, popüler
kültürün egemenliğini artırdığını görmekteyiz. Dolayısıyla popülerleşme bir yandan
hiyerarşiyi kaldırarak entelektüel kültürü eritmiş; diğer yandan toplumdaki
insanları vasatlaştırmıştır. Üstelik iletişim araçlarının yaygınlaşması,
herkesi “bilgin” kıldığı için fikirsel tartışmaları da zayıflatmış
görünmektedir. Aslında entelektüellik rolü hala önemini kaybetmiş değildir. Entelektüele
değerli kılan fikri perspektifinden analiz yapmasıdır.
Üçüncüsü
de, tüketim kültürü insanların eşya ile ilişkilerini değiştirmiş ve bu minvalde
insan ve fikirleri de tüketimin konusu olmuştur. Dikkat edilirse, artık
fikirlerin uyandırdığı bir heyecan kalmadığı gibi, hem entelektüel hem de
halkın düşünceye ilgisi de azalmıştır.
Dolayısıyla
böyle bir ilgi ve heyecan eksikliğinin de beslediği bir ortamda hala ideoloji,
felsefe ve düşünce kalmışsa, bunlar da kendi gettolarında nefes almaya
çalışmaktadırlar.